Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı gözlemlerimden birkaç not...
29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet’in 100. yılını Türkiye hala “10. Yıl Marşı’yla mı kutlayacak?”
Biraz zeybek, biraz mehter havalarıyla soslandırılmış “10. Yıl Marşı’yla mı?”
Cumhuriyet’in kurucu partisi de sayılabilecek CHP, 100. Yıl Marşı için güftesiyle, bestesiyle şimdiden yarışma açmalıdır.
Atatürk’ün partisi CHP’ye yakışır.
Böyle bir etkinliğin önünde ne polis barikatı, ne tazyikli su, ne de biber gazı olur.
..........................
VE 1000. yıl...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Alparslan’ın 1071 Malazgirt Zaferi’ne 1000. yıl olarak” göndermeler yapıyor.
“2071’in de kutlanması gereğinden” söz ediyor.
59 yıl sonrasının kutlama hazırlığı için bu söylemi eleştirenler az değil.
“AK Parti 59 yıl daha iktidarda mı kalacak” diye kaygı dile getiriliyor.
Bana göre “ulusal değerlere sahip çıkmak, onları korumak, yaşatmak” vizyonu doğru çizgidir.
Atatürk’ten “referans” vereyim.
Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcını/miladını “19 Mayıs 1919” olarak ilan etmiştir.
Her yıl o nedenle “19 Mayıs Gençlik ve Spor Ulusal Bayramı’nı” kutluyoruz.
Ancak...
“19 Mayıs’ın” Atatürk’ün gözünde bir başka özelliği vardır.
“Alpars-lan’ın Malazgirt Zaferi’nin de 1071’in 19 Mayıs’ın da kazanıldığı” görüşündedir.
Bazı tarihçiler 19 Mayıs’tan 1 hafta kadar öncesini işaret etseler de tarih ustalarının çoğunluğu “Malazgirt’in 19 Mayıs 1071’de kazanıldığı” inancındadır.
Atatürk “bu iki 19 Mayıs’ın örtüşmesine” dikkat çekerken elbette “kurucusu olduğu CHP’nin 2002’ye ve 2071’e kadar iktidar olacağını” düşünmüyordu.
“2002’de kurulan bir partinin (AK Parti) aynı yıl iktidara geleceğini veya gelmeyeceğini ya da bir başka parti iktidarını” düşünmüyordu.
Onun öngörüsü ve hedefi bir partinin değil “bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet payidar olacağıydı.”
Başbakan Erdoğan’ın 2071 vizyonunun da böyle algılanması gerekir.
Yani...
Sonsuza kadar yaşayacak Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu çizgisinde 100. yıldönümü olan 29 Ekim 1923 ve Malazgirt’in 1000’inci yıldönümü 19 Mayıs 2071 önemli ve sembolik değerde tarihlerdir.
Şahıslar, partiler geçicidir.
Fakat...
Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kalıcı olmalıdır.
Buna iktidar, muhalefet, medya, asker, STK’lar, hepimiz, bütün kurumlar destek vermeliyiz.

Haberin Devamı

ATATÜRK’LE AYRILAN YOLLAR

Haberin Devamı

TV’lerde, gazete sütunlarında “Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı birlikte başlattığı ve zafere birlikte ulaştığı en yakın arkadaşlarını harcadığı” gibi iddialar da tartışıldı.
Örneğin...
Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Kazım Özalp, Ali Fuat Cebesoy...
Geçekten, bu 4’ü de Kurtuluş Savaşı’nda kader birliği yaptığı can dostlarıdır.
Harbiye öğrencilerinin hafta sonları Paşa evlerinde misafir edilmesi ve böylece onların görgülerinin artması gibi bir uygulama vardı.
Mustafa Kemal de o nedenle babası Paşa olan sınıf arkadaşı Ali Fuat’ın evinde kalırdı.
“Fransızcasını o evde ilerletmiştir.”
Kazım Karabekir ise Erzurum’da komutandı.
Padişah Kazım Paşa’ya Mustafa Kemal’in tevkif edilmesini emrini vermişti.
Karabekir Paşa ise tam tersini yapmış Atatürk’ün karşısında selam çakıp “emrinizdeyim Paşam” demişti.
Mustafa Kemal’in “Kurtuluş Savaşı için yolunu açmıştı.”
Kazım Karabekir o gün Mustafa Kemal’i tevkif etseydi, belki de tarihte bir “Atatürk” olmayacaktı.
Peki...
Atatürk gerçekten onları ve diğer ikisini harcamış mıdır?
Olayın aslı şöyle:
Daha Cumhuriyet ilan edilmiş değildir.
Mustafa Kemal TBMM Başkanı’dır.
Üniformasını çıkartmış bir sivildir.
Rauf Orbay’dan şöyle bir davet alır.
“Etlik bağlarındaki evde yemek yiyeceğiz. Ali Fuat, Kazım, Özalp ve ben... Seni de aramızda görmek istiyoruz. Biraz konuşalım.”
Mustafa Kemal hiç tereddütsüz daveti kabul eder ve yemeğe gider.
Hepsi bir aradayken Rauf Bey “diğer arkadaşlar adına da konuşacağını” söyleyerek söze başlar:
“TBMM, senden korkuyor.
Açıkçası senin Cumhuriyeti ilan edeceğinden şüphe duyuyor.
Kurtuluş Savaşı’nı bitirdik artık emanetimizdeki devleti, sahibine, Halife Sultan’a devretmek zamanıdır.
Yarın TBMM kürsüsüne çıkarak bunu milletvekillerine, ülkeye ve dünyaya ilan etmeni istiyoruz.”
Atatürk “bu sözlere katılıyor musunuz” diye her birine tek tek sorar:
Ali Fuat Cebesoy “Muğlak” konuşur. Ne “evet” der, ne “hayır...” Düşünmek için zaman ister.
Diğer 3’ü ise “ortak fikrimiz budur” mesajını verirler.
Atatürk düşünür.
Diğerleri üzerinde üniforması olan ve silahlı güçlere hükmeden komutanlardır.
Bir tek kendisi sivil...
Kuvvet onlarda...
Bunun üzerine -her zaman yaptığı ve yapacağı gibi- “milli iradeyi” işaret eder:
“Hilafet ne bana, ne sizlere düşer. Biz Osmanlı ailesinden değiliz. Türkiye’nin ve İslam’ın bir halifesi var.
Cumhuriyet için şüphelere gelince... Buna karar verebilecek olan ben değilim, sadece ve sadece milli iradeyi temsil eden TBMM’dir.
Kürsüde bunu söylesem yeterli mi?”
Odadakiler “tamamdır” derler.
Birinci Meclis’in “Cumhuriyeti ilan edebileceği ve daha sonraki tarihlerde de hilafeti kaldıracağı” akıllarından bile geçmemektedir.
..........................
Sözün kısası yolları ayıran Türkiye’nin “Cumhuriyetle yönetilmesi” olmuştur.