BİR savaşta İtalyan mevzileri... İtalyan komutan askerleriyle birlikte hücuma kalkmak üzere kılıcını çeker ve ahenkli tenor sesiyle haykırır:
“Avaaaantiiiii... (İleriiiiiiii)”
Elinde kılıç düşman mevzilerine koşarken siperlerinden popolarını kaldırmayan İtalyan askerleri onun arkasından bağırırlar:
“Che bela voceeee... (Ne güzel ses...)”
Bu öyküden Suriye mevzilerine geçelim.
SURİYE’DE GÜVENLİK ŞERİDİ
CİDDİYE alınabilir kaynaklara göre Suriye için “aşamalı formül” eskizi var.
Bu formülün eşiğine gelindiği de düşünülüyor.
Ankara’nın bir tezgâha düşmeyeceği kanısındayım.
Serinkanlı politikası bu kanımı doğruluyor.
Ama gene de o “tasarımı” anlatayım.
Kısaca beklenti şu:
Türkiye’nin, sınırına paralel olarak Suriye topraklarında bir güvenlik şeridi açması...
Siviller dahil muhalif güçlerin bu şeritte yoğunlaşması, Suriye kuvvetlerine karşı böylece güvence alanı bulmaları!
Esad’ın dokunamayacağı bu şeritten sıkıştırılması.
Ayrıca...
Esad’ın silahlı güçlerinden kopanların da bu şeride sığınmaları!
Yani...
Hem Esad’ın kan kaybıyla daha da zayıflaması ve güçsüz hale getirilmesi, hem de antikorları yok edilmiş Esad’a son darbelerin bu şeritten beslenerek vurulması...
.....................
Suriye öyle bir eksene kaydı ki sanki olay “Ankara-Şam” sorunuymuş gibi bir görüntü aldı.
Düşürülen Türk jeti ve şehit pilotlar bu algılamanın altını çizdi.
Ve Türkiye beden ölçülerinden Esad için cenaze giysisi tasarımları çizilmekte.
Türkiye “bravo kapitano öyküsünün kahramanı değildir.”
3’ÜNCÜ YARGI PAKETİ
Türkiye’de yargının sürekli tartışmalar gündeminde kalması üzücüdür.
Bir hukuk kökenli olarak bundan duyduğum üzüntü daha da büyük.
Meclis’te kabul edilen “3’üncü yargı paketi” de -pek sevmesem de- benim için “yetmez ama evet” söylemiyle örtüşen bir durum.
İsmet Berkan yargı sorununun, bu bağlamda büyük resimdeki bir sancılı bölümüne işaret etmiş.
Çoğuna katıldığım satırlarını aşağıda yansıtıyorum...
......................
‘Niye yargıç salıvermez de Meclis yasa yapar?
MECLİS’te dün kabul edilen 3. yargı paketiyle özel yetkili mahkemelere ne olduğu konusunu daha çok konuşacağız nasıl olsa. Gelin bugün bu paketin az konuşulan ama çok önemli olan bölümüne bir bakalım: Tutuklamayı ve tutukluluğu sürdürmeyi neredeyse otomatik bir süreç olmaktan çıkaran değişikliklere.
Hepimiz, herkes biliyor ki, paketin içinde böyle bir madde olmasının yegâne sebebi, artık özel bir cezalandırma biçimine dönüştüğünden kimsenin kuşku duymadığı uzun tutukluluk süreleri, hatta tutuklama uygulamasının ta kendisidir.
Tutuklama bir tedbir.
Yargıç, eğer bir sanığın kaçma veya delilleri karartma şüphesi olduğuna karar verirse uygulanıyor. Daha doğrusu uygulanması gerekiyor.
Ama bizde tutukluluk sanki bir suçluluk karinesi, tahliye ise beraat karinesi.
Baksanıza, mahkeme Aziz Yıldırım’ı ve diğer sanıkları cuma günü tahliye etmedi, pazartesi edeceğini bile bile onların üç gün daha hapiste kalmasını tercih etti.
Çünkü büyük ihtimalle cuma günü tahliye kararı çıksa bu kamuoyunda “beraat karinesi” olarak görülecekti. Tersi ise haksız bir tutumdu.
Tabii insanların hayatlarından 3 gün daha çalınmış, ne gam.
Bizde uzun yılların gözlemi şudur: Mahkemeler bazı uygulamaları yaygınlaştırır, kamuoyunda bu uygulamalara tepki doğar ve sonunda siyaset sessiz kalamaz, yasalarda değişiklik yaparak mahkemelerin bu uygulamasını kaldırmaya çalışır.
Bu aslında bir nevi yargıya, hatta görülmekte olan davaya müdahaledir ama “meşru” görüldüğü için kimse ses çıkarmaz.
Tutuklama konusunda da aynı şey oldu.
Siyaset sessiz kalamadı, yasa değiştirdi.
Oysa bütün bu tahliye kararlarını mahkemeler alabilirdi.
Hakkındaki deliller toplanmış olan sanıkları salıverebilir, onların kaçmaması için de türlü çeşitli tedbirler alabilirdi.
Hayır, bunun yerine insanların hapiste kalmaya devam etmesine karar verildi her seferinde.
Mustafa Balbay’ın, Tuncay Özkan’ın, Mehmet Haberal’ın hâlâ hapiste olmasının gerekçesi nedir? İlker Başbuğ neden hâlâ tutukludur? (Soner Yalçın’ı da ve diğer bazı gazetecileri de bu soru işaretinin dışında bırakmamak gerekiyor sanırım? G.C)
Mahkemelerimiz kendi söküklerini dikmeye başlamadıkça yargıya siyasi müdahale tartışması da sona ermez.’