Anayasa Mahkemesi’nin 2’ye karşı 9 oyla aldığı “iptal ve yürütmeyi durdurma” kararı, “ılımlı İslam” değil, “laik Türkiye” gerçeğinin vurgulanmasıdır.
Peki... AKP’nin kapatılma davası için bir işaret fişeği mi?
Görülmekte olan böylesine duyarlı bir dava sonucu için yorum yapmak istemem.
Bu “ılımlı İslam” etiketi, Türkiye’nin başına gelen en kötü şeylerden biri.
Anlatayım...
İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu, -neredeyse- tamamı şeyh, kral, diktatör, dini reis ve diğer -gizli ya da açık- otoriter rejimlerle yönetiliyor.
Bunların hemen hepsi ülkelerinde “kesin” güçlüler. Yerleri güvenli.
O nedenle zaman zaman ABD’ye kafa tutabiliyorlar.
Oysa... Genel seçimlerin yapılabildiği ülkelerde ABD, uzaktan kumandayla seçilmişlerin altını oyabilir.
Muhalefete oynayarak onları rahatsız edebilir.
Yani... Elindeki iplerle bu küçük, sınırları yapay, yeterince eğitimli olmayan halkı yönlendirebilir.
Seçilenlerin gözünü korkutabilir.
Petrol kartını daha iyi oynayabilir.
O halde bunların elbette “tam” olmayan ılımlı İslam demokrasilerine dönüştürülmesi gerekir.
BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) omurgası budur.
Peki bu izlenebilir, yönlendirilebilir “ılımlı demokrasi” için İslam ülkeleri nasıl oltaya gelecekler?
İşte Türkiye bu “ılımlı İslam” coğrafyası için oltaların ucuna konulmuş bir yemdir.
Çünkü, iktidarda kökleri siyasi İslam olan bir takım var.
Büyük çoğunluğu temel eğitimini “imam hatip liselerinde” almış.
Gene büyük çoğunluğu İslamın yorumunda ve uygulamasında derinleşmeyi sağlamak misyonunu üstlenmiş tarikatlara bağlı.
Evet... Büyük çoğunluğunun eşleri İslamı ileri derecede uygulayan tesettüre uyuyor. Hatta diğer bazı İslam ülkelerinin yönetici eşlerine göre çok daha fazla örtünmüşler.
Çoğu Arapça biliyor.
Kısacası... Örnek gösterildiğinde diğer İslam ülkelerinin zihniyet DNA’larıyla örnek çelişkileri olmaz.
Buna karşılık... Düşünün... Bir Tansu Çiller, bir Mesut Yılmaz, bir Bülent Ecevit ve siyaset takımları İslam ülkelerine “model” diye gösterilebilir miydi?
Elbette laik Türkiye Anayasası ve laik demokrasiyi benimseyen insanları, kurumları, bu ülkenin kim ne etiket yapıştırmaya kalkarsa kalksın “ılımlı İslam” olmasını engeller ama ABD , vitrine bu gerçeği değil, kendi istediği yorumu koyuyor.
Dün... Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt da Türkiye’ye birilerinin etiket koymaya kalkışmasını eleştiriyor, buna olanak verilmeyeceğini tekrarlıyordu.
Doğrudur.
Bence bu bağlamda “silahsız kuvvetler” daha etkin olmak durumundadır.
Örneğin... Aydınlar, sivil toplum örgütleri, kimsenin borusunu üflemeyen medya, yargı...
Washington’da galiba bu gerçek görülmeye başlandı.
Yapılan açıklamalarda “demokrasi” kadar, “laisizm” de vurgulanıyor.
Zaten biri, diğerinin “olmazsa olmazıdır”.
Anayasa Mahkemesi’nin dünkü kararı böyle okunmalıdır. Laik Türkiye gerçeğinin kanıtıdır.
İŞTE BU FOTOĞRAF
Ufuk Güldemir’in görünmez oluşunun üzerinden neredeyse 1 yıl geçti.
Uzun süredir, Habertürk’ün eski Genel Müdürü Melih Meriç, Genel Yayın Yönetmeni Murat Ongun ve Habertürk’ün her şeyi Tolga Eratak, Ufuk Güldemir için “özel gazeteyi” hazırlıyorlardı.
UFUK’ u dün sabah masamın üzerinde buldum. Sayfalarına daldım.
Bu kadar güzel bir “UFUK” olabilir.
Yüreğini koyarsan işte böylesini yapabilirsin. Tebrikler.
Birlikte çekilmiş fotoğrafları eşliğinde Ufuk’un tüm yakınları onu anlatmış.
Gülümseyiş, hüzün, tepki harmanında bir garip duyguyla fotoğraflara baktım. Yazılanları okudum.
Ne kadar da sevilmiş. Nasıl da derin izler bırakmış.
Sayfaların arasında, bu yazıya koyacak fotoğrafı seçmeye çalıştım.
Sadece benimle ŞEFFAF ODA’ da konuşmuştu.
Ölümü bağlamında düzenlenecek törende “My Way’in (Benim Yolum)” çalınmasını o çekimde söylemişti.
O fotoğrafı mı?
Olabilir.
Ama... Onun “My Way” çizgisini yansıtacak bir başka fotoğrafı var.
“Elleri ceplerinde yürürken çekilmiş. Gülümsüyor ama kararlı.”
10 Haziran’da onu anacağız.
Eşi, sevgili Gaya Güldemir’in konuğu olacağız.