Selahattin Demirtaş “Ekmeleddin Bey’le konuştum. Efendi bir insan. Yarışacağı Başbakan Erdoğan’ı tanıdığını söyledi” dedi.
Sonra...
Son zamanların moda söylemiyle “manidar” gülümseyerek “asıl seçim kampanyası başladıktan sonra tanıyacak” diye noktaladı.
Siyasetle beslenen ve 14 yaşından bu yana o “siyaset cangılında” yaşayan Erdoğan karşısında Ekmeleddin Bey’i ben de merak ediyorum.
Ve de seçim öncesinin “sürpriz rüzgarlarını...”
.......................
IŞİD elindeki TIR şoförleri serbest bırakıldı.
“Geç” olması elbette “hiç olmamasından” iyidir.
Başkonsolos ve diğer diplomat, güvenlik görevlileri için de “müjde” tarihinin uzak olmadığını söyleyebiliriz.
10 Ağustos Cumhurbaşkanı seçimlerine yakın ve fazla da uzatmadan onların serbest bırakılmaları ihtimali büyük.
Oylara “etki katsayısı” olabilir.
Gerçi...
Elbette arada çok fark var ama gene de “Apo” olayını siyasi grafiği yukarı çekme etkisini hatırlamakta yarar var.
Ecevit salalntıdaki azınlık hükümetinin başbakanıydı.
Türkiye seçimlere gidiyordu.
Amerika, Afrika’daki bir ülkede Yunan Başkonsolosluğuna sığınmış bulunan Abdullah Öcalan’ı aldı, paketleyip havaalanında bekleyen MİT’çilere teslim etti.
Öcalan’ın gözlerindeki bağ çözüldüğünde nasıl şaşırdığı, “beni uçaktan denize mi atacaksınız” sorusu hafızalarda henüz tazeliğini yitirmedi.
Amerika’nın bu “Apo hediyesi” en çok Ecevit’i şaşırtmıştı.
Yakınlarına “neden bunu yaptılar” diyerek şaşkınlığını dile getirmişti.
Bunca yıl Amerika’nın da gölgesinde örtgütünü geliştiren Öcalan’a ne olmuştu da aynı Amerika ambalaj içinde şıklaştırılmış bu kötü sürprizi yapmıştı?
Bayram değil, seyran değilken enişte Sam amca’dan bu öpücük nedendi?
........................
Seçimlerde DSP en yüksek oyu alan partiydi.
Ecevit yeni kurulan ortak hükümetin Başbakan’ı oldu.
Hiç hesapta olmayan bu hediye paketi Ecevit’in DSP’sini kanatlandırmıştı.
Tekrar soruyorum, neden?
Yoksa...
Bir önceki seçimde sandıklardan en yüksek oyu alarak birinci parti konumunda çıkmış olan Necmettin Erbakan’ın “önlenemez” sanılan çıkışında “önünü kesmek” için mi?
Ecevit ve başında bulunduğu ortak hükümet “gökten düşen elma” gibi siyaset hediyesini iyi kullanamadı.
Cumhuriyet tarihine -belki de- “en kötü” hükümet olarak geçti.
Amerika Necmettin Erbakan’ın önünü kesmişti ama bu kez onun siyaset mektebinde yetişmiş olanların; Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ile arkadaşlarının iktidar yolu açılmıştı.
........................
Bazı siyaset analizcilerine göre Amerika “İsmail Cem liderliğinde, Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan tarafından kurulacak partinin yapılacak genel seçimde iktidar olma şansının yüksek olduğunu” görmekteydi.
Gerçekten kamuoyu araştırmaları bu oluşuma “yüzde 42 dolaylarında oy desteğini” ortaya koymaktaydı.
O sıralarda ikinci Irak harekatı için umudu Türkiye’ydi.
“Ne NATO, ne BM, bize Türkiye desteği yeter. Irak’a kuvvetlerimiz Türkiye üzerinden girerse çok daha çabuk sonuca varırız” diyordu ABD yetkilileri.
Ama...
“İsmail Cem’in Başbakan olması halinde buna yeşil ışık yakmayacağını” da biliyorlardı.
Nabız tutmuşlardı, sonuç olumsuzdu.
Bu kez de İsmail Cem’in önü kesilemez miydi?
Sorunun cevabı için hâlâ şöyle analizler yapılmakta:
“Kemal Derviş, sabah İsmail Cem’le konuşmuş beraberliğini vurgulamış ama 1-2 saat sonra CHP’ye geçtiğini açıklamıştır.
İsmail Cem’in başını çektiği hareket bir anda sinerjisini yitirmiş ve çökmüştür.
Oysa...
AK Parti’nin iktidar olması halinde Amerika’ya Türkiye’nin Güneydoğu sınırlarından Irak’a giriş için yeşil ışık teminatı veya en azından bunun izlenimi verilmişti.”
..........................
Siyasette seçim şansı sadece “miting meydanlarında, TV ekranlarında” kazanılmıyor.
Sınırların ötesinden de oy rüzgârları etkili olabiliyor.