Diktatörlükler, düzenli sokaklar ve kapı zili korkusu demektir. Demokrasilerde ise sokaklar karanlık çöktükten sonra güvenli olmayabilir ama sabahın ilk saatlerinde kapınızı çalacak olan büyük ihtimalle sütçüdür.
Adam Michnick
Yukarıdaki söylemi, “ŞİDDET ve DEMOKRASİ” adlı kitabından aldım. (*)
İyice düşünün.
Yoruma gerek yok...
Şiddet artık sadece silah, işkence değil.
Anlam kapsamı çok daha genişledi.
Köklerimizdeki fiili şiddet, çağımızın bazı demokrasi sapmalarında başka başka maskelerle sürüyor.
Kitaptan bir başka söylem daha:
“Sürü psikolojisine düşmüş/düşürülmüş toplumlar iktidara kurtları çeker...”
Kanlı kökler
Pazar günümü bu “önemli” kitapla baş başa geçirdim.
Türkiye’yi ve dünyayı saran “fiili şiddet” ve “şiddetin demokratikleşmesinin” zehirli kopyalarını anlayabilmek için çok yararlı tespitleri var.
Yakın geçmişte, kromozomlarımıza “şiddet genleri” enjekte edildi.
Günümüzde, kapsamını genişleterek yeni ve farklı görüntülerle karşımıza dikilmekte.
Örneğin... “Siyaset, yargı, medya, psikolojik yıldırma, ekonomik iktidarın karşıtlara terbiye sopası, yandaşlara havuç gibi kullanılması...”
Köklere dönelim...
Daha yeni bitirdiğimiz 20. yüzyıl “cani yüzyıl” diye adlandırılıyor.
Şiddetin en yaygın, en kanlı ve ideolojik olarak uygulandığı bir yüzyıldı.
20. yüzyılın şiddet nedeniyle ölü sayısı 187 milyondur. (Bu rakam 1913’teki tüm dünya nüfusunun 10’da 1’idir.)
I. Dünya Savaşı’nda ölenlerin 20’de 1’i sivildi.
II. Dünya Savaşı’nda bu oran üçte ikiye çıktı.
Bugünse şiddet kurbanlarının 10’da 9’u sivil.
Yani “şiddet ve kan” kokusu/korkusu iliklerimize sinmiş durumda.
Buna Nazi Almanyası’nın, Faşist İtalya’nın, Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nin “ırk eksenli” ideolojik soykırımlarını ekleyiniz.
Savaşlarda can verenlerin yanı sıra müthiş bir “sivil kıyımı” da yaşandı.
Öylesine bir vahşet ki, farklı ırkların (Yahudiler ve Çingeneler) ötesinde Hitler, sağlıklı Alman ulusu yaratmak gerekçesiyle 100 bin sakat ve engelli Almanı da çocuk, genç, kadın, erkek öldürtmüştü...
Ve işkenceler...
“Elektrotlar, şırıngalar, ilaç deneyleri için insanların kobay olarak kullanılmaları, insanların karnına kemiren ve tırmalayan fareler sokmak...”
Bu mirasın üzerinde yapılanan 21. yüzyıl da iç açıcı hiç değil.
Çatışan meşruiyet aktörleri, terör örgütleri, silah ve uyuşturucu kaçakçıları, çeteler, tarikatlar, sürekli iç savaş ve bireysel şiddet “cani yüzyılın yavruları” bunlar.
Yeni ve genişleyen anlamıyla şiddet yayılıyor.
“Çok katmanlı bir yeni ortaçağa doğru sürükleniş” bu...
Şiddetin efendileri
Şiddeti besleyen “sürü haline gelmiş/getirilmiş insan yığınları”dır.
Kolektif itaat psikolojisidir.
O sürüleri peşine takanlar “şiddetin efendileri” olurlar.
Lenin, “Yumurtaları kırmadan omlet yapamazsınız” demişti.
Yani insanları, yumurta kabukları gibi kırıp çatır çatır ezerek kıyımdan geçireceksiniz.
Mao’nun “iktidar namlunun ucundadır” söylemi en kanlı ve şiddete dayalı süreci başlatmıştır.
Son yıllarda ise Usame bin Ladin “Kurtuluş günü yakın... Şiddet gerekli” diye seslenmekte.
Ladin “inanca dayalı” şiddeti yayma çabasında.
Amaç “sürüler” oluşturmak.
DEMOKRATİK OLGUNLUK
Fakat dünyanın bir bölümünde hâlâ “demokratik barış ve güvenlik” alanları var.
O bölgelerin ortak özelliği “demokratik olgunluk...”
Bu “olgunluk” sadece anayasa ve yasa sorunu değildir.
Olgun demokrasilerde bireyler her türlü şiddetin “tehlikelerine ve “şiddetsiz yaşamın ortak paydasına” duyarlıdır.
“Toplumsal şiddetsizlik taahhüdü” herkese kendini daha güvende hissettirir.
Her türlü şiddet uygulayanlara, adaletten sapma yapanlara tepki verirler.
Başkalarının yaşam biçimlerini önemserler.
Diğerlerinin rengine, cinsiyetine, inançlarına nezaketle saygı gösterirler.
Kendilerine ya da birilerine “ayrıcalık” toplumun genelinde -onlar kim olursa olsun- tiksinti yaratır.
Kullandıkları üslup saygılı ve naziktir.
Ses yükseltmez, insanları azarlamaz, aşağılamaz...
Yol vermek, sıra beklemek, selamlamak, teşekkür etmek, kendi hakkının dışına taşmamak ve taşanlara kolektif tepki göstermek de “demokratik olgunluk” kapsamındadır.
Günlük yaşamın bu olağan gibi görünen rutinleri, aslında demokratik olgunluğu besleyen “hammaddelerdir.”
Uzun süre medeni değerleri demlenmiş toplumlarda anayasa ve yasalar da “göstermelik” olmaz.
Çerçevenin içi boş kalmaz.
............
Demokrasiyi taşıyan sütunlardan biri olan “referandum”dan siyaset manzaralarını, söylemleri ve üslup kabalığını yukarıda yazdıklarımın satır aralarına koyun, yorum sizin.
(*) ŞİDDET ve Demokrasi, John Keane, İmge Yayınevi, Ekim 2009