SON KURBAN SENDROMU
Anayasa’nın değişen maddesiyle artık bir siyasi partinin kapanmasına neden olan milletvekilleri, TBMM’den dışlanamayacak.
Yani...
Partileri kapansa da bu karara neden olanların milletvekillikleri düşmeyecek.
O halde, hukukun yukarıda sıraladığım uygulama hiyerarşisi farklı yorumlanır ve Türk’e, Tuğluk’a milletvekili statüleri iade edilmezse her ikisi de “son örnekler” olacaklar.
Onlardan sonra hiçbir milletvekili partisinin kapatılmasına neden olduğu için TBMM kapısı önüne konmayacak.
Yeni Anayasa maddesi ile milletvekiline getirilen bu koruma, elbette Türk ve Tuğluk için de var olmalıdır.
TBMM’nin görev dönemi sona ermiş olsaydı elbette diğer tüm milletvekilleri gibi Türk ve Tuğluk da artık statülerini yitirirlerdi.
Oysa hem ikisinin seçildikleri dönem sürüyor hem de yeni Anayasa yürürlükte.
Daha kaygı veren bir duruma da dikkat çekeyim:
Ahmet Türk hakkında ceza davaları var.
Bunlardan biri hakkında hüküm verildi.
Dosya Yargıtay’da.
Diğerleri de önümüzdeki 1 ay içinde Yargıtay’a gönderilmiş olur.
Bekletilmeyerek, süratle raportör tarafından incelenerek ilgili dairenin önüne gelirse ve onaylanırsa Türk hapse girmiş olacak.
Elbette hukuk devletinin gereklerine saygılıyız.
Ama...
Yüz kızartıcı suçlardan bile dosyaları olanlar dokunulmazlık zıhrı içinde kalırken “siyasal” tanımlı dosyalar için çifte standart iyi düşünülmeli.
Kaldı ki...
Kürt sorununda çözüm açılımları yapılırken Ahmet Türk “sağduyulu potansiyel muhataplar” arasında ilk sırayı alır.
Ayrıca...
Kanın durması için “İmralı’dan, Kandil’e talimatlar” sürecinde 70’inin üzerindeki ak saçlı Ahmet Türk’ü gene hapishaneye göndermek bir “artı” mı, yoksa “eksi” mi kazandırır açılıma?
Ateşkes süresi
Ateşkesin uzayacağı ortak görüştü.
“Seçime kadar mı yoksa gene birer aylık süreler mi?”
“1 aydan fazla ama gene de kısa süreli ateşkes ilanları ile sürecin yürütüleceği” beklentisini sezmiştim.
Fakat şu söylem önemliydi.
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş “İmralı’dan seçimlere kadar ateşkes kararı için işaret gelirse Kandil’in buna karşı çıkacağını sanmıyorum” dedi.
Şu satırlar yazılırken de bu söylemi doğrulandı.
Ne var ki...
İmralı ve Kandil dışında hâkim olunamayan PKK kökenli hareketlenmeler dikkatten uzak tutulmamalı.
Özellikle büyük kent varoşlarında böyle gruplar var.
Dünyanın diğer “makro” terör örgütleri, uzlaşma ve silah bırakma süreçlerine girdiğinde Türkiye’dekilere benzer “mikro” -söz geçirilmez- gruplar eylem koymaya devam etmişlerdir.
Ama...
“Marjinal” kalmışlar, zamanla erimişlerdir.
Taksim’deki “intihar bombacısı” eylemini PKK üstlenmedi.
Buna karşılık “örgütün kontrolü dışında kalmış” marjinal grupların eylemi mi, bilemiyoruz.
Olmayabilir de...
Kanın durmasına yaklaşıldığında hep böyle tansiyonu ani yükseltecek eylemler konuldu.
Toplum psikolojisi kundaklandı.
Gene aynı oyun sahnelendiyse, sürpriz olmaz.
Fakat artık bu provokasyonlara devlet ve toplum bağışıklık kazanmış bulunuyor.
Tarih nehrinin tersine akıtılması mümkün değil.
Artık kimse kan kültürüyle, kanlı izleri sürerek bir yerlere varılabileceği inancında değil.
Çankaya izlenimlerim sürecek...