Dün öğle yemeğinde, Etiler'in bir restoranı.
Köşedeki masada Milli Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş ile Milli Takım'ın bir önceki patronu Mustafa Denizli baş başalardı.
Salondaki masalarda bu görüntü olumlu yorumlarla izlendi.
Milli Takım'ın yarım yüzyıl sonra elde ettiği bir şansı ıskalamamak için anlamlı güçbirlikleri oluşmakta.
Gözler Fatih Terim'i de aradı.
Yemek sonrası kahvelerimizi birlikte içtik.
Milli Takım'ın çıta yüksekliği ne olabilir?
Ulusça başarıya nasıl odaklanırız?
Ve futbol kulislerinde volta atışlar.
Denizli anlattı:
"Şenol ile birlikte futbol oynadık.
Kamplarda aynı odayı paylaşırdık.
Sonra ben teknik direktördüm, o da benim futbolcum."
Bakışlarına da yansıyan sevecen tevazuu ile sözü Şenol Güneş tamamladı:
"Benim hocamdı. Onunla zaman zaman buluşuruz. Kore öncesi bu konuşmalarımız çok daha önemli:"
İşte Türkiye'nin özlemi ve ihtiyacı.
"Ulusal sorunlarda omuz omuza vermek. Hedefe kilitlenmek.
Kişisel ve kendi kurumsal yararlarımızı, ister kulüp, ister parti olsun aşabilmek... Ulusçuluk budur."
Denizli ve Güneş işte bu bilinç ve olgunluğun görüntüsünü yansıtıyorlardı.
Ya Ankara?..
Türkiye için 2002 bir bakıma ulusal yazgı yılı.
Eğer Ulusal Program'da yer alan vaadleri, takvime beğlanmış taahhütleri Türkiye, zamanında gerçekleştiremezse Avrupa trenini ıskalarız.
Bu bağlamda Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in şu söylemi, altı çizilerek okunmalı ve kulaklarda çınlamalıdır:
"Çocuklarımızın geleceğini konuşmaktayız.
Bu herhangi bir entelektüel tartışma konusu değil."
Cem doğrudan olayın kalbine uzanıyor.
Gerçekten...
Ankara'dakiler, kendilerini sorgulamalılar:
"- Çocuklarımız da bizim gibi, bir vize alabilmek için gece yarılarından sabahlara kadar günlerce konsolosluk kapılarında sıra beklesinler mi? Tapu, bankada mevduat, dönüş bileti, çalıştığı işyeri olduğunu gösterir belgelerle bekleyiş sonrası... 'Bugünlük bu kadar, yarın gelin' diye geri çevrilsinler mi?"
.......
"Bulgaristan, Romanya, Yunanistan, Kıbrıs, Malta, Macaristan gençleri Avrupa'da, bir Avrupa yurttaşı olarak, okumak, çalışmak, iş yapmak ve her türlü sosyal güvence haklarından yararlanırlarken... Bizim çocuklarımız hala, Avrupa'ya dağ ve orman yollarından kaçak girip, en pis işlerde kaçak mı çalışsınlar?"
......
"Çocuklarımız da Üçüncü Dünyalı muamelesi mi görsünler.
Komşularımızın çocukları havalimanlarında Avrupa yurttaşı kimlik belgeleriyle Avrupalılara ait kapılardan rahatça giriş ve çıkış yaparken, çocuklarımız da bizim gibi ikinci sınıf gümrük kapılarında sıraya mı girmeliler?"
.......
"Çocuklarımız da mı Avrupa Birliği'nin bekleme odasında - tam üyelik için - tutulsunlar?"
........
Bu soruların adresleri tarihi ve vicdani ağır sorumluluk altındadırlar.
Çünkü...
"Şimdiler için politika yapanlar siyasetçi, gelecek nesiller için siyaset yapanlar ise devlet adamlarıdır."
Dünkü liderler toplantısı, bu bilinçle düzenlenmişti.
Sonrasında Ecevit'in yaptığı "AB'ye verilen ulusal programın arkasındayız. AB'ye tam üyelik için görüş birliğimiz sürüyor" açıklaması da, o amaca dönüktü.
Aslında... Ortada aşılamayacak sorun yok.
Sorun psikolojiktir.
Özellikle ortaklar arasında konuyu seçim yaptırımına dönüştürmek tehlikesidir.
Ve...
Ortaklardan birinin diğerini köşeye itmesi, onun da tırnaklarını göstermesidir.
Veya... "Biz ev ödevlerimizi yapalım" gibi toplumda "AB'nin Türkiye'yi okul çocuğu yerine koyduğu izlenimi" veren ve "home work"ten çevirme anglo-amerikan söylem bize yabancı söylemlerdir.
Keşke Bahçeli ile Yılmaz'ı da bir yemekte başbaşa görebilsek.