PERA Müzesi’nde Chagall sergisi... Aşkı güzel yaşayan ve güzel çizen büyük usta. Onun Kudüs Müzesi’ndeki resimleri, baskıları, karakalem çizgileriyle zengin bir koleksiyon.
Musevi kökenli zenginlerden biri bu koleksiyonu Kudüs Müzesi’ne bağışlamış. Chagall de Musevi kökenli bir Rus.
İlk resim eğitimini Rusya’da doğduğu küçük kasabada alıyor.
Aile önce İstanbul’a kaçıyor, iki yıl Büyükada’da kalıyorlar.
Sonra Paris yılları başlıyor.
Chagall, resim eğitimi ve resim çalışmalarına Paris’te devam ediyor.
Chagall’in çağı ve resim anlayışı olarak “gerçeküstücüler” arasında yer alması gerekir.
Ancak o yapılan çağrıları geri çeviriyor.
Hiçbir okula, hiçbir akıma bağlı olmadan “özgün” ve “özgür” kalmak onun tutkusu.
Nazi Almanya’sı Yahudi soykırımına başladıktan ve Fransa’yı işgal ettikten sonra bu kez de bir zamanlar ailesinin kaçtığı komünist Rusya’ya kaçıyor.
Deniz Çakır'ın oyunculuğunun yanı sıra sesi de iyi... Göksel'in tuttuğu mikrofonda "Güle Güle Sana" şarkısını söyledi.
İSTANBUL DENİZ ÇAKIR OLURDU
YAPRAK Dökümü’nün ilgi odağı oyuncularından Deniz Çakır bir İstanbul tutkunu. Hem oynadığı Ferhunde karakteri hem kendi kişiliğiyle İstanbul’un örtüştüğünü düşünüyor. “İstanbul insan olsaydı Ferhunde olurdu, Deniz Çakır olurdu” diyor.
Deniz’in İstanbul’u dişi ve baştan çıkarıcı...
Hem bir anne hem bir hayat kadını gibi...
Hem hoyrat ve serseri, hem alımlı...
Antalya 46’ncı Film Festival’inde yarışan “40 Adlı Film’den Deniz Çakır, Şeffaf Oda’nın bu haftanın konukları arasında.” Bu filmde yaşamda sürekli arayış içinde olan bir genç kadını oynuyor.
Tek tanrılı dinlere olan inancından Budizm çok tanrılı Hint dinlerine açılan bir yelpazede yıllarca sörf yapmış. En son, rakamlar bilimi olarak tanınan “nümeroloji’ye” takılmış.
Film, birden ortaya çıkan çanta dolusu para etrafında dönüyor. Üç ayrı öykü kesişiyor.
Amerika’dan gelen ekiplerle ve ilk kez kullanılan “redcam” tekniğiyle çekim yapılmış.
Deniz bu ekip için “Müzik yapar gibi çalışıyorlar” diyor. Huzurlu ve keyifli çalışmanın ön koşulu iyi yetişmiş profesyonellerin ellerinde olmak.
ISSIZ Adam filminden sonra 1960’lı yılların şarkıları yeniden moda oldu. Göksel’in son albümündeki 60’lı ve 70’li yıllardan şarkılar bu modayla kesişti. Dahası... 46’ncı Antalya Film Festivali’nin konsepti de 60’lı ve 70’li yılların filmleriydi. Göksel o filmlerin şarkılarını da çok güzel söylüyor.
Şeffaf Oda’da onun şarkılarıyla nostalji yaptık. “2 DİL 1 BAVUL” filminin oyuncusu Emre Aydın Kürt köylerinden gözlemlerini anlatırken yöre halkının sırf Kürtçe şarkılar nedeniyle Kürtçe yayın yapan TV’lerini izlediğini söyledi.
İlginç bir saptama bu. Bizim sanatçılarımız da Kürtçe şarkılara yönelmeli. Göksel “Neden olmasın? Kürtçe şarkılar da okuyabilirim” dedi.
Kürt açılımının siyaset damarı çok baskın.
Oysa sanatın, hele müziğin ortak duygular yaşatarak “terapi” özelliğini görebilmeliyiz.
HARİTADA KAYITSIZ KÖYÜN ÖĞRETMENİ
EMRE Aydın “2 DİL 1 BAVUL” filminin başrol oyuncusu. Damardan gerçek bir film. Konusu tek kelime Türkçe bilmeyen çocukların okuluna öğretmen atanan gencin durumu.
Ne ilginçtir ki bu rolü oynayan Emre Aydın daha ilk görev yeri olarak atandığı Urfa/Siverek’teki okulun nerede olduğunu günlerce aradığı halde bulamıyor. Köy, haritada da görünmüyor. Bir gün çaresizlikten usanmış halde öğretmen evinde otururken sinemacılarla karşılaşıyor.
Onlar da Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının öğretmeni konulu bir film çekmek istiyorlar ama yörede 50-60 köy dolaştıkları halde böyle bir öğretmen bulamamışlar. Emre “İşte benim durumum” deyince onu oynatmaya karar vermişler.
Emre’nin oyunculuğu bu rastlantıyla başlamış.
Köyü de bulmuş. Tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarına uzun uğraşlardan sonra Türkçe öğretmeyi de başarmış. Günümüzün “yurdum gerçeği” ve “Kürt açılımı” bağlamında görülmesi gereken bir film.