Yönetimin “altın kuralı” şudur: “Burada demokrasi var, benim dediğim olur.”
Bu söylem “adalet” ve “istikrar” temel ilkelerine aykırı değildir.
“Kurmayların hepsi fikirlerini özgürce ifade edebilir. Ne sansür, ne otosansür... Lider hepsini dinler, genel eğilimi algılar. Ve sonunda kararı o verir.”
Neden “o?”
Çünkü “başarının alkışı” onadır, “başarısızlığın” faturası da ona çıkarılır.
Bir örnek:
- Batı Avrupa Müttefik Kuvvetleri Başkomutanı General Eisenhower II. Dünya Savaşı’nın sonunu tayin eden Normandiya çıkarması sonrasında gazetecilerin karşısına çıkar.
Gazeteciler sorar:
“Bu mucize çıkartmanın arkasındaki beyinleriniz kimler?”
Eisenhower’in cevabı şöyle olur:
“Çıkartma başarılı olmasaydı, 10 binlerce evladımız ölmeseydi, divan-ı harpte kim yargılanacaktı, kim mahkûm edilecekti? İşte sorunuzun cevabı...”
Her lider için bu kural geçerlidir. Ama en fazla siyasi parti liderleri için...
Eisenhower’in mantığı köksüz “Amerikanofil (damardan Amerikancı)” söylemlerle karıştırılmasın.
Örneğin...
Kural 1: “Patron daima haklıdır.”
Kural 2: “Patronun haklı olduğunu düşünmediğin zamanlar kural 1’i hatırla!..”
Bunlar liderine biat etmiş omurgasız türdeşlerdir.
Etrafı omurgasız türdeşlerle çevrili olan “lider” aslında “despot”tur.
CHP’deki durum ne birincisi ne de ikincisi.
“Kaos”un kendine özgü “düzeni” bile değil.
Sanki henüz reşit olmamış kralın emanet edildiği bir “naip” ve onun silahşörlerinden oluşan garip bir yönetim/yönetimsizlik...
Fransa’da Kardinal Richelieu’nin “eminence grise... (gri veya gölge iktidar)” dönemini anımsatan bir tablo...
CHP’nin görkemli Genel Merkez binasının dördüncü katında, partinin Kardinal Richelieu’su Önder Sav, 59 şövalyesiyle parti meclisini topluyor.
On ikinci katta ise Genel Başkan bu “gölge egemene” rest çekip kendi şövalyelerini belirliyor.
İki taraf da “birbirini tanımadığını” açıklıyor.
Türkiye’nin en eski partisi için bu “iki başlılık” hazindir.
Böyle devam edemezdi elbette.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, 13 Genel Başkan Yardımcısı ve Genel Sekreteri’nin isimlerini Yargıtay Başsavcılığı’na bildirdi.
Ve...
24 saat içinde sonuç aldı.
Başsavcı, Genel Başkan’ın listesinin “meşruiyetini” açıkladı.
Kılıçdaroğlu “naibin gölgesinden” kurtuldu.
Şimdi Genel Başkan’lıktan “liderliğe” adımını atmış bulunmakta.
İKİNCİ RAUND
Karşılaşmanın ilk raundunu Kemal Kılıçdaroğlu aldı.
Ama...
Bu iş burada bitecek gibi görünmüyor.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, parti meclisinden 13-15 üyeyi yanına alarak sağlayacağı “bıçak sırtında çoğunlukla” partiyi yönetemez.
Bunu denese bile hesap olağanüstü kurultaya gidilerek orada kesilmeli.
Kurultay yapmaktan kaçınmak zor.
Hem Önder Sav takımı, hem Baykal’cılar “seçimli kurultay” istiyor.
O nedenle kurultayın toplanması için yeterli imzanın toplanacağını söyleyebiliriz.
Önder Sav örgüte hâkim sanılsa da kurultayı alma şansı çok zayıf.
Baykal’ın da desteğiyle Sav ve ekibinin büyük kısmı oyunun dışında bırakılır.
Herhalde...
Bu kez Parti Meclisi’ne ve MYK’ya Baykal’ın önereceği kendisine yakın isimler de ağırlıklı girecektir.
Peki ya sonra...
Haziran 2011 seçimleri önemlidir.
CHP yüzde 30’un birkaç puan üstünde oy alırsa Kılıçdaroğlu’nun durumu sağlamlaşır.
Daha aşağı puanlarda ise Deniz Baykal’ın Genel Başkanlığa dönüş olasılığı yükselişe geçer.
Gerçi Deniz Baykal “Genel Başkanlığı düşünmediğini, Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini” söyledi ama bu güvence bonosunun vadesi seçime kadardır. CHP’nin oy yüzdesi, Kılıçdaroğlu’nun “kalıcılık şansını” belirleyecektir.
PKK VE İNTİHAR BOMBACISI
Kandil’den “Taksim’deki intihar bombacısının rezil eylemiyle PKK’nın ilgisi olmadığı” açıklanmıştı.
Düz mantık “Kandil’in açıklamasının doğru olduğunu” düşündürüyordu.
Öyle ya hem “‘ateşkesi uzattım” diyeceksin hem de aynı gün Taksim’in ortasına intihar bombacısı gönderip katliam yapacaksın...
Bu akla zarar bir çelişkiydi.
“Kandil’in iradesi dışında disiplin tanımayan grupların işidir” kanısı ağır basıyordu.
Ne var ki sonraki gelişmeler bu düz mantığı doğrulamadı.
MİT ve emniyet istihbaratı iyi çalıştı.
İntihar bombacısının bir PKK militanı olduğunu, adı, soyadı ve PKK saflarında çekilmiş fotoğraflarıyla ortaya koydu.
Ardından...
Habur’dan girdiği tarih, bomba imalatını yaptığı ev, canlı bombanın behçet hastalığı ve tek gözünün görmediği gibi özellikleri de bir bir açıklandı.
Vedat Acar Kandil’de eğitim almıştı.
Habur’dan giriş yaptırılarak İstanbul’a gönderilmişti.
Hastalığı ve görme engelli oluşu nedeniyle canlı bomba olarak seçilmişti anlaşılan.
Eylemi koyma talimatının PKK’nın sesi “Roj TV” yayınında bir şifre türküyle verildiği iddia ediliyordu.
Peki çelişki nasıl izah edilebilir?
Beklenmeyen bir açıklama...
PKK’ya başkaldıran TAK adlı şehir örgütü Taksim eylemini üstlendi.
Kandil ise TAK’a “hesap sorarız” diye sert çıktı.
Ama öte yandan...
“Taksim’de eylem emrinin PKK organı Roj TV ya da Mezopotamya radyosundan şifreli türküyle verilmesi kafaları karıştırmıyor mu?”