Podyumda yürüyordu. Birden durdu. Önce sağ, sonra sol ayakkabısını çıkardı. Yüksek ökçelerden kurtulmuştu. Bilekleri ince, ayakları zarif ve uzundu.
Parmakları üzerinde yaylanarak jürinin önüne kadar yürüdü. Orada bilinen manken duruşlarını yaptı.
Döndü... Yerdeki yüksek ökçeli siyah papuçlara küçümser şöyle bir bakışla "artık siz beni hiç ilgilendirmiyorsunuz" der gibiydi. Başını çevirdi gene çıplak ayaklarıyla yaylanarak çok doğal ve tüy gibi uçarcasına yürüdü gitti.
İzleyenlerden müthiş bir alkış.
Bu cesareti sadece o göstermişti.
Onun ve podyumdaki diğer genç kızların ayakkabıları birer - ikişer numara büyüktü. Yüksek ökçelerin üzerinde ayakları öne kayıyor, papuçlar ayaklarından fart furt çıkıyordu. Ama papuçlardan kurtulmayı göze alamıyorlardı.
Ya organisazyon komitesi bunu büyük hata sayar ve yarışmadan dışlarsa?
Ya jüri disiplinsiz bulursa!
Riski hiçbiri sonuna kadar göze alamadı.
Yazının başında anlattığım biri hariç...
O, yüksek ökçelere tutsaklığını kabullenmedi. Fırlattı attı. Rüzgâra karşı yürümeyi yeğledi.
Çıplak ayakla giderken çok daha güzel, çok daha doğaldı. Kaybetse de umursamayacağı mesajını veriyordu vücut dili.
O nedenle küçük dağları ben yarattım havalarındaki masalardan bile alkışı kopardı. Birinciliği o anda almıştı. Gerisi sadece formaliteydi.
Gerçekten...
Birinci oldu.
Yüksek ökçeler aslında simgedir.
Statüdür, güvencedir, konfordur, yüksek maaş ya da mevkidir.
Onları yitirmemek uğruna bazen daha çok şeyler yitirilir.
Oysa onlar yüksek ökçeler gibi bazen kullanana büyük geliyorsa faydadan çok zarardır.
Pırıltılar, güvenceler, onlardan vazgeçilebildiği, çıplak ayak kalmak göze alındığında bazen çok daha büyük getiri sağlayabilir.
Yaşam, doğallığı ve cesareti eğreti olanlardan vazgeçmeyi bilenleri ödüllendirir.
Başına taç koyar.
Koymasa bile kendin olarak kalabilmek zaten en büyük güzellik.
Bir yaşındayken annesi - babası gazete ilanıyla onu evlatlık veriyorlar.
Çocukları olmayan bir memur karı - koca onu özenle yetiştiriyor.
16 yaşına geldiğinde bir gençten evlenme teklifi alıyor.
Aile "Henüz küçüktür, okuyacak. Eğitimi bittikten sonra evlilik" cevabını verince gencin ailesi kıza müthiş darbeyi vuruyor: "Sen onların gerçek kızı değilsin. Gazete ilanıyla evlatlık oldun!" Bu korkunç sözcüklerin her biri genç kızın beynine balyoz darbeleri gibidir.
Genç kız kendini 16 yıl boyunca aldatılmış hisseder. Evden kaçar.
Ve yaşam savaşı...
Pizzacıda, lokantalarda çalışır. Sokakta simit sattığı olur. Belki anlatmadığı şeyler de...
Şeytana uyarak yanlışlıklar yapar.
Çocuk yaşta yargılanır.
Bütün bunları haberlerden okudum ve izledim.
Gazeteciliğin kuralları içinde haber değeri olan her şey elbette yayımlanır. Diğer gençlere ders olur.
Öte yandan... Düşünüyorum... Toplum olarak bu duruma gelen çocuklara hangi katkıyı sağladık. Hangi psikologların bakımını sunabildik?
Bu çocuğa şans yardım etmiş. Yarışmayı kazanmış. Şimdi çok uzaklarda bir ülkede küresel bir ajansın uluslararası yarışmasına katılacak.
Belki de New York’un büyük model ajansında çalışacak ve en önemlisi geçmişten gizlisi saklısı olmadan bu yolda yürüyor.
Onun artık deneyimi var. Bundan böyle de pırıltılı olanakların tutsağı olmayacak. Yaşam podyumunun ortasında yüksek ökçeli papuçlar gibi şöhreti gerekirse çıkarıp atabilecek.