TÜSİAD’ın (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği) 40. yıl yemeğine ilgi büyüktü.
Salon doluydu.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel aynı masadaydılar.
Devlet protokolü en üst düzeyde temsil ediliyordu.
Anılarımla bir “zaman parantezi” açayım.
1970’li ilk yıllarda TÜSİAD’ın Tarabya Otel’de bir öğle yemeği vardı.
Dönemin CHP-MSP hükümetinin Başbakanı Bülent Ecevit’in de toplantıya geleceği bildirilmişti.
O hükümet “karpuz iktidarı” diye anılıyordu.
Dışı diğer ortak Erbakan’ın partisi nedeniyle “yeşil” içi ise Ecevit’in başkanı olduğu “Demokratik Sol” CHP algılaması sebebiyle “kırmızı” bir karpuz...
Yemek yendi.
Birkaç konuşma yapıldı.
Ama...
Bülent Ecevit gelmedi.
Bu olumsuz tavır “Ecevit’in büyük burjuva ile bir arada olmak istemediği” gerekçesiyle TÜSİAD’cılara “uygun aracı ve uygun üslupla” duyuruldu.
TÜSİAD’ın ilk Başkanı Feyyaz Berker kürsüye gelerek üzüntüsünü anlattı.
Şu cümlesini aradan 36-37 yıl geçmiş olmasına rağmen hatırlıyorum.
“Bülent Ecevit bizi nasıl görüyor bilmiyorum ama gelseydi burada bir kısmı Robert Kolej’den arkadaşı olan üyelerimizle karşılaşacaktı.”
Tatsız hava, gelen bir haberle daha da zehirlendi.
“Bülent Ecevit gelmediği gibi İstanbul’da olan ve TÜSİAD yemeğinin verildiği Tarabya Otel’de kalan CHP’li bakanları da göndermemişti...
Adlarını vermeyeyim bakanlar o sıcakta üstlerinde lacivert kostümlerle bir kayığa binmişler ve Tarabya’dan, Yeniköy’e burjuva mekânları olan yalıları görmek, oralardaki yaşamı gözlemek istemişlerdi.
Tanınmaktan kaçındıkları için sahilin hayli açığından geçiyorlardı...
Kayıkları epey dalga yiyordu.”
Islandıklarını sanıyorum.
Bu mizah dahi salondakileri güldürmemişti.
TÜSİAD’cılar öfkeli ve hükümet tarafından dışlandıkları için kırgındılar.
Daha sonraları Bülent Ecevit’ten randevu istenildi.
Uzun süre cevap alınamadı.
Gene isim vermeyeyim ama TÜSİAD’ın “babaları” Ecevit tarafından birkaç gün de Ankara’daki otellerinde bekletildikten sonra nihayet kabul edildiler.
Oysa...
Daha kuruluşunun ilk yıllarında olan TÜSİAD’ın bu “yeşil-kırmızı” yeni hükümetle çatışmak gibi bir niyeti yoktu.
Sadece diyalog kurmak, diyalog kanallarını açık tutmak ve böylece görüşlerini iletmek amacındaydılar.
HEP AYNI FİLM
TÜSİAD’ın 40 yıllık tarihinde zaman zaman hükümetlerle ters düşmek “aynı filmin tekrarı” gibidir.
Referandum öncesinde de filmin son gösteriminde altyazı “bitaraf olan bertaraf olur” söylemiydi.
AK Parti aba altından sopa göstererek TÜSİAD’a ayar çekmişti.
40. yıl yemeğinde bütün bunlar kafamın içinden bir film şeridi gibi akarken, kürsüdeki TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in şu sözleri geçmişten bugüne ve yarınlara uzanan “kılavuz söylem” oluşturdu:
“TÜSİAD kişilere değil, konulara endeksli tavır alır, fikir üretir.”
Böylece siyasi iktidarların, siyasi partilerin, diğer kurumların ve kanaat gruplarının TÜSİAD görüşlerine “kendilerini hedeflediği” vehimlerine düşmelerindeki yanlış ortaya konuyor.
TÜSİAD kişileri değil konuları tartışıyorsa karşı tavırların hedefi de TÜSİAD değil konular ve görüşler olmalı.
TÜSİAD’ı kendi üyelerinin yararlarına odaklı bir dayanışma grubu gibi algılamak sığ ve dar açılı bakıştır.
Oysa TÜSİAD, bunun ötesinde Türkiye’nin önemli konularında çalışmalar yapan, fikir üreten, bunları toplumla paylaşan bir STK’dır.
Önemli “kanaat önderleri” arasındadır.
TÜSİAD VE YENİ ANAYASA
TÜSİAD’ın bilimadamları arasında düzenlediği yeni anayasa için “arayış toplantıları” da ses getirmekte.
Ümit Boyner’in bir “arayış toplantıları zabıtı” gibi açıkladığı “yeni anayasa” tartışmalarından notlar gene şimşekleri çekti...
Alkışları da çekti...
Özellikle Anayasa’nın “değiştirilemez ve değiştirilmesi önerilemez” ilk üç maddesinin yeni anayasada yer almaması gereğini gündeme taşıyan TÜSİAD’ın bir kere daha “mayınlı sahaya” girdiği söylenebilir.
Ümit Boyner Anayasa’ya ilk maddedeki “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” hükmünün girmesi ikinci ve üçüncü maddelerin ise Anayasa metninde sağlam, net ifadelerle ve kurumlar düzenlenerek korumaya alınması görüşünü açıkladı.
Elbette Anayasa metninden sayılan “başlangıç metninin” de yeni anayasada yer almayacağı bu görüşün kapsamında.
Yani...
“Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık, Atatürk milliyetçiliği, Türk varlığının devleti ve ilkesiyle bölünmezliği” ilkeleriyle “dilinin Türkçe, Bayrağı, İstiklal Marşı, Başkenti” gibi değişmez ve değiştirilmesi mümkün olmayan maddeleri, “Cumhuriyetin laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti vasıfları” üzerinden “silgi geçilmesi” dile getiriliyor.
AK Parti adına Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek derhal “karşı tavrı” koydu.
Sanıyorum bu henüz tartışmanın başı...
Seçimlere doğru ve seçim sonrası kreşendo ritmiyle Kürt sorununun Anayasa’nın ilk üç maddesinde nasıl çözümler üretilerek yer alacağı tartışmasının ilk basamağındayız.
Asıl cümbüş için mızrabın telde gezinerek çıkardığı ilk sesler bunlar.