Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Bin bir gece masalları gibi “darbe” başlıklı anlatımlar sürüyor.
Askerin “darbe takıntılı” olduğu iddialarına kanıt olarak şu soru her defasında gündeme getirilmekte:
“11 Eylül’e kadar her gün onlarca insanımız terör saldırılarında öldürülüyordu.
Peki ne oldu da 12 Eylül 1980 ihtilalinin sabahından itibaren terör bıçakla kesilmişçesine durdu?”
Yani söylenmek istenen şey şu:
“Asker, darbe yapmak için terör cinayetleriyle toplumda dehşet psikolojisinin oluşmasını bekledi...”
12 Eylül 1980’e uzanan aylarda askerin tavrı için bu iddia bir yarısıyla büsbütün yanlış değildir.
Yani..
11 Eylül’e kadar akan kanın, 12 Eylül’de kesildiği gerçektir.
Ama “darbe için toplum psikolojisinin oluşmasının beklenildiği” iddiası için 1980’in arka odasından başka gerçekler de gün ışığına çıkarılmalıdır.
O süreçte tanığı olduğum
bazı gerçekleri yansıtayım:
1980 yılı eylül ayının ilk günleri... Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in, Güniz Sokak’taki evindeyiz. Her tarafı kitaplarla çevrili çalışma odasında onu dinliyorum. Hayli sıkıntılı...
Önünde kapakları sarı klasörler yığılı... Sayıları belki 20, belki daha fazla...
İçlerinden rasgele birini seçip kapağını açıyor ve sayfalarını çeviriyor.
Her sayfada bir apartman fotoğrafı...
Dışarıdan çekilmiş fotoğrafta apartmanın bir dairesine (X) işareti konmuş ve yanına bir de vesikalık fotoğraf yapıştırılmış.
Sayfanın altında 8-10 vesikalık fotoğraf daha...
Tüm fotoğrafların yanlarında isimler okunuyor.
En altta ise adres ve telefon numaraları.
Demirel açıklıyor:
“Bu (X) işaretli daireler terör örgütlerinin “hücre evleri... Üstteki fotoğraflar hücrelerin liderleri. Altındakiler ise ona bağlı hücre üyeleri... Adresleriyle, telefonlarıyla her şeyi belli. Bu klasörlerde Türkiye’deki sol ya da sağda bütün terör örgütleri adresleriyle, üye isimleriyle var” diyor.
Demirel Başbakan olduğunda “MİT’in neredeyse devre dışı bırakılmış olduğunu” görmüş.
Birkaç ay MİT’in yeniden eski verimliliğini kazanması için ağırlık koymuş.
İşte, gösterdiği klasörlerde yer alan “terör örgütleri dökümü” MİT çalışması sonucu böylece ortaya çıkarılmış.
Demirel devam etti:
“Bugün Milli Güvenlik Kurulu toplantısı vardı. Genelkurmay Başkanı ve komutanlara işte adresleriyle, isimleriyle, fotoğraflarıyla hepsi burada. Bir gecede toplayabilirsiniz. Terörün kazınması 3-5 saat işi dedim.”
Peki... Neden sıkıyönetim komutanları o klasörlerde yer alanları toplamamışlar?
Demirel sorunun cevabını şöyle verdi:
“Mustafa Muğlalı Paşa gibi olmak istemiyoruz. Bize ek yetkiler veren kanunu hâlâ çıkarmadınız. Önce yasa çıkmalı...”
Yasa neden çıkmıyordu?
Demirel o sırada azınlık hükümetinin başındaydı. Partisinin Meclis’te yasa çıkaracak çoğunluğu yoktu. O nedenle CHP’nin oy desteğine ihtiyacı vardı. “Bülent Ecevit ile bu yasa için birkaç kez konuştuğunu ama sonuç alamadığını” söyledi.
Ecevit “önce AP-CHP geniş tabanlı koalisyon hükümeti kuralım, bu kanunu hükümet programına alır, birlikte çıkarırız” demiş.
Oysa... Bugünkü “piyasa ekonomisinin” temellerini atan 24 Ocak 1980 kararları uygulamaya konmuş. Ekonominin patronu Turgut Özal... CHP ise bütün bunlara kökünden karşı.
Birlikte hükümet kurulması ekonominin yeniden “ampul, yağ, röntgen filmi” bile bulunamayan kriz sürecine geri dönmesi demek olacak.
Demirel, askerin yasa istemi ve o yasanın çıkması için CHP’nin “ortak hükümet” dayatması arasında sıkışmıştı.
Ve...
Zaten 12 Eylül 1980 ihtilalinin “bot sesleri” de duyulmaya başlamıştı.
................................
Sonuç: CHP, askerin istediği “yetki yasası” için Meclis’te oy desteği verseydi, belki de darbenin “terör gerekçesi” hatta “darbe” bile olmayabilirdi.

Haberin Devamı


Haberin Devamı
Darbe gerekçesi

KİLİSEDE DUA
Bugün cumartesi... Bunca ağır konu arasında biraz gülümseyelim.
Bir hikâye dinledim.
..........................
Köyün eşekleri köy meydanında toplanmışlar.
Hepsinin sırtlarında semer yaraları varmış.
Topluca kiliseye gidip Tanrı’ya “Şu semerciyi başımızdan al, başka bir köye gönder” diye dua etmişler.
Tanrı dualarını kabul etmiş.
Semerciyi almış, yenisini göndermiş.
Ama yeni semerci eskisini de aratmış. Eşeklerin sırtlarındaki yaralar daha da derin olmuş.
Gene kilisede dualar, gene yeni semerciler ama değişen bir şey yok.
Sonunda eşekler köy meydanında bir kez daha toplanmışlar.
“Galiba biz yanlış dua ediyoruz” deyip klise de şöyle yakarmışlar:
“Tanrım bizi eşeklikten kurtar.”
.......................
Bu olay 16. yüzyıl Avrupa’sında geçmiştir.
Felsefe bilim dalında bir anlatımdır. Türkiye ile hiç bir ilgisi yoktur. “Kilisede dua” sahnelerine dikkat...