KOMEDYEN Levent Kırca, Başbakan Erdoğan’ın yerinde olsaydı ne yapardı?
Şöyle diyor:
“İşi dakikaya bırakmazdım. Bir kafa koyacaktı, işi bağlayacaktı.”
Levent Kırca, siyasetçi kimliği ve biberli eleştirileri nedeniyle televizyonlardan teklif alamıyor.
“Ben de TV’de oynayamadığımızı, tiyatroda yapıyorum” diyor.
İktidardakilerin iyi hesap yaptıkları kanısında.
“Tiyatro salonuna gelen 300 kişi ne ki?.. Televizyon programında bir gecenin izleyicisine ulaşmak için, kaç yıl tiyatro perdesi açmanız gerekir” diye düşünmüş olmalılar.
Levent Kırca, Şeffaf Oda’nın konuğu.
Gülme krizlerine neden oluyor.
Lütfen gülmeyin
DİĞER konuk Rojin de tiyato eğitimi almış ve bunun ötesinde doğasında komedi var.
Yaprak Dökümü’nün Fikret’i, Bennu Yıldırımlar da tiyatro eğitiminin ve oyunculuğunun yanı sıra “özel gülüşü” ile tanınıyor.
Öyle ki...
Tiyatroda sahnelenen bir komediyi izlerken arka sıradan uyarılmış:
“Lütfen gülmeyin...”
Çıkışta da müdahalenin gerekçesini(!!) bakın nasıl açıklamış:
“Oyuncuların konsantrasyonunu bozarsınız.”
Levent Kırca ve Rojin gerekçeye(!!) çok güldüler.
“Tam tersine izleyicinin çok gülmesi, bizi teşvik eden alkış gibidir” yorumunu yaptılar.
Yaprak Dökümü’ndeki Fikret ne denli hüzünlüyse, onu oynayan Bennu Yıldırımlar o kadar neşeli...
Aynı rolü 4 yıl da Şehir Tiyatroları’nda oynamış.
Fikret’in sabrı, onun sabrını mı test ediyor?
TEHDİT DEĞİL, TALTİF
ROJİN’e, TRT Şeş’te sabah programlarına başladığı ilk günlerde tehditler geldi.
Ancak...
Artık tehdidin yerini “iltifat” aldı.
Programı beğeniyle izleniyor.
Ayrıca...
Toplum içinde kardeşlik psikolojisine olumlu ve önemli katkısı var.
Bunu Kürt kökenli yurttaşlar da algılıyorlar.
Hem zeki, hem kültürlü ve de altın yürekli bir kız.
Sesi de, yüzü de güzel.
Yaşam felsefesini nüktelerle harmanlıyor.
Hayatını, tırnaklarıyla kazıyarak bu noktaya ulaştırdı.
Artık, çok aranılan sanatçılardan biri.
TEFO
İSTANBUL’un en eski ve gözde mekânının sahibiydi. Tevfik Dölen’e kısaca “Tefo” denildiği için mekânın adı da “Tefo” ydu.
Türkiye’nin en iyi dans eden adamıydı.
Sonraları ansiklopedi yayıncılığına geçti.
Arkadaşımız merhum Ercan Arıklı’yla ortaktı.
Çok başarılı oldular.
Sonra ayrıldılar.
Tefo’nun ilerleyen yıllarda, ciddi sağlık sorunları oldu.
Bir süredir mekânlarda şarkı söylüyor.
80’ine yaklaşmış bir delikanlı o.
İyi dans etmesi koşuluyla, güzel bir kız onu piste çekebilir.
Dansı da keyiflidir.
Şimdilerde Maçka’daki Park Hyatt’ta söylüyor.
Akşamüstleri, piyanoda Aşkın Arsunan, saksafonda Yahya Dai ve solist Duygu Tarhun’un yaşattığı caz keyfinin sonrasında Tefo da mikrofonu alıyor.
Klasikleri sıralıyor.
Dostlarına duyuruyorum.
KURTUL Altuğ’un son kitabının adı “Atatürk ve Cumhuriyet’e Saldırı.”
Kapağında bir Atatürk resmi.
Gözlerinden 2 damla yaş süzülüyor yanaklarına...
Hiç abartısı olmayan usta işi bir görüntü.
Ve...
Sadece o kapak bile çok şey anlatıyor.
Düşündürüyor.
Altuğ’un bu kitabı, belgesel lezzetinde.
Yakın siyaset tarihinin galerisinde bir gezinti.
Galerideki büstler ve portrelerde tanıdık çok yüz var.
Elbette herkesin o büstleri ve portreleri farklı yorumlaması doğal.
Olayların ve kişilerin yorumlanışında bazı farklılıklarımız var.
Ancak...
Kitapta yer alan belgeler, bilgiler, notlar noktasına, virgülüne bile dokunulmadan aynen yansıtılmış.
Belgeselin kıvamı ve lezzeti yerinde.
AKİS Dergisi üslubuyla yazılmış. Kolay okunuyor. Akıyor.
MAHSUN’UN ÜÇÜNCÜ GÖZÜ
DOĞU’nun Tunceli kırsalı inanılmaz güzeldir. Terk edilmiş ya da boşaltımış köylerde dev ağaçlar, meyve de verir, gölge de...
Ancak...
Ne yiyen var, ne gölgede serinleyen...
Konak gibi evler de vardır.
Boştur.
Sadece birkaç korucu görülür.
O kadar.
Buralardan göçen ya da göçmek zorunda kalan köylüleri temsilen muhtarlarıyla bir kahvede buluşmuştuk.
Toplantıda subay da vardı, polis de...
Hepsinin yakındığı şey, güvenlik güçleriyle PKK arasında kalmış olmaktı.
PKK’dan korkuları daha fazlaydı.
Çünkü... Ceza, ölümdü.
Jandarmadan da korkuyorlardı ama ceza ölüm değildi.
Fakat...
Ölüme yakın cefa vardı.
Çoğu o nedenle ikisi arasında sıkışmış duyarlı köyleri boşaltmışlardı.
Film kareleriyle ağıt
MAHSUN Kırmızıgül’ün son filmi “GÜNEŞİ GÖRDÜM”, işte bu Doğu’da yaşam gerçeğinden bir kesit.
25 yıldır iki tarafın arasında kalmış doğuda bir sınır köyünün çaresiz insanları, doğup büyüdükleri topraklardan kopmak zorunda kalırlar.
“Zorunlu göç” onları yola düşürürür.
Ailelerden biri, kaçak yollardan Norveç’e gitmeyi hedeflemiştir.
Diğer aile ise İstanbul’a...
Film kareleriyle oluşmuş bir “ağıt” bu.
Mahsun Kırmızıgül, bu ikinci filminde de başarıya imza atmış.
Hem yönetmen, hem senarist, hem de oyuncu.
Onun “üçüncü gözü” olduğuna inanıyorum.
Herkeste olan iki gözle dışarıyı, üçüncü gözüyle de içini görüyor olmalı. Bu üçüncüsü, Uzakdoğu felsefesinde “kişisel derinliği” de ifade eder.