Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, TBMM Başkanvekili Güldal Mumcu’nun odasına girerek hiç de nazik ve saygılı olmayan tavrı ve konuşması “rahatsız” ediciydi.
Bu olaydan daha bir gün önce Başbakan Erdoğan’ın eşi Sayın Emine Erdoğan’a GATA’dan tavrın “nasıl da kaba ve yanlış olduğuna” işaret eden bir yazı yazmıştım.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yıllar önce bana söylemini bir kez daha anımsatmıştım:
“Kimsenin hanımefendisini hedef alan siyaset yapmayacaksın. Kaide budur...”
Özellikle “karısı, eşi” sözcüklerini kullanmadığına, “hanımefendisi” kelimesini seçerek saygı yüklediğine işaret etmiştim.
Erdoğan ya da bir başka başbakan, kim olursa olsun bir başbakan eşinin, insani hizmetlerden en yücesinin verildiği bir tıp kurumuna, sırf “başı örtülü olduğu için sokulmaması” yanlışlığını vurgulamıştım.
Şimdi...
Bülent Arınç da böyle bir yanlış yaptı.
Güldal Mumcu’ya hem statüsü ve kadın oluşu nedeniyle hem de şehit edilen bir Türk aydının eşi olduğu için “saygı” göstermeliydi.
Bizim Hukuk Fakültesi yıllarımızda, Uğur Mumcu en aktif öğrencilerden biriydi.
Ben hem gazeteciliğe başlamıştım, çalışıyordum, hem de hukuk okuyordum.
Uğur’u sık görmezdim ama “ortak” yakın arkadaşlarımız vardı.
Örneğin...
Eski Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Ömer Lütfü Ömerbaş’ın oğlu Selçuk Ömerbaş...
Güldal Mumcu’yu da zaman zaman görürdüm.
Hepimizin çok beğendiği en güzel kızlardan biriydi.
Ama çok farklı bir yönü vardı.
“Mesafeli ve saygın” kişiliğiyle ona yaklaşılamazdı.
Uğurla evlendi, mutlu bir yuva kurdular.
Uğur’u hainlerin kurşunlarıyla kaybettik, Güldal Mumcu daha sonraki yıllarda, aynı saygın kişiliğini sürdürdü.
Millet Meclisi Başkanvekili olarak da doğasının ve taşıdığı soyadının ağırlıklı çizgisini sürdürdü.
Bülent Arınç ne yazık ki bütün bunları algılayamayan ve çizmeye çalıştığı “derviş” imajına hiç uymayan bir politikacı gibi davrandı.
Sayın Emine Erdoğan’a da, Sayın Güldal Mumcu’ya da yapılanlar çok yanlıştır.
Çünkü...
Demokrasi sadece bir siyaset disiplini değil, aynı zamanda 100 yıllar içinde imbikten süzülmüş zarafettir.
Bu bağlamda bir anekdot:
Hintli bir üniversite öğrencisi Cambridge’li arkadaşına sorar:
“Bizim ülkede, İngiltere’de olduğundan çok daha fazla sayıda üniversite mezunu var.
Ama...
İngiltere her bakımdan Hindistan’dan ileri. Bu nasıl oluyor?”
İngiliz arkadaşının cevabı şöyle:
“Bizde 20 nesildir üniversite mezunları var. Siz daha henüz çok yenisiniz.”
“Derin” demokrasi budur.
.............................................

Haberin Devamı

Demokrasi de işte böyle uzun yıllar içinde oluşan “Japon bahçesi” gibi bir güzellik.
Japon bahçelerinde yeşillerin çiçeklerin, ağaçların ötesinde yağmur seslerini, rüzgârın esintisini müziğe dönüştüren “su taşları” ve “rüzgâr kamışları” vardır.
Biz demokrasinin henüz görüntüsündeyiz.
Yani vitrininde...
Oysa demokrasinin güftesiyle ve bestesiyle japon bahçeleri müziği vardır.
GATA’da Sayın Emine Erdoğan’a, Sayın Güldal Mumcu’ya yapılanlar “vitrin demokrasisi”dir.
Demokrasinin musiki sanatı boyutundan yoksundur.
.............................................

Haberin Devamı

Parlamentoda yumrukların uçuştuğu kavgaya neden olan “Peygamber” sözcüğüne gelince.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım demokrasi inceliklerinden yoksun “yavanlığın” ve tepkilerdeki “yabanlığın” nesini yorumlayayım?

Haberin Devamı


Demokrasinin müziği

REFET HOCAM
Okuduğumuz “özel okul”dan bir grup sınıf arkadaşı Ankara’daki Bahçelievler Deneme Lisesi’ne geçmiştik.
Son sınıftaydık.
Uğur Mumcu da o okuldaydı.
Yanlış hatırlamıyorsam Sosyal Demokrat Parti Genel Başkanı olarak tanıdığınız Aydın Güven Gürkan da o okulun sıralarından geçmiştir...
Bizi “kolej çocuğu” görüyorlar ve dışlıyorlardı.
Hatta bazı hocalar bile...
Kendimizi “öteki” hissettiğimiz mutsuz günlerimizde “karabiber” diye tanımlanan “beyaz-siyah” saçları, sımsıcak bakan gözleri ve gülümseyişiyle Refet Angın Hoca beni sahiplendi.
Güzel ve teşvik edici sözlerle yüreklendirdi.
Onun ilgisiyle psikolojim değişti. Travmayı adım adım aştım.
Hep şefkatli markajı altındaydım.
Çok yıllar sonra o altın yürekli Refet Hoca’nın “Türkiye’nin ilk kadın öğretmeni olduğunu” öğrenecektim.
Onu kaybettik...
İnanıyorum ki Refet Hocam bir “örnek” olarak 10 binlerce öğretmenle yaşamakta.
Üzerine ışık yağsın...