Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


       İstanbul, dün sabaha karşı gene sarsıldı ve "bir yıl sonra neredeyiz?" sorusu gündeme geldi.
       17 Ağustos 1999 depreminden sonra Stephen Kinzer, New York Times'da şöyle yazmıştı:
       "Türkiye, Asya'da, K. Afrika'da ve eski SSCB'de oteller, hava alanları ve toplu konutlar yapmış, dünyanın en saygın inşaat şirketlerinin ülkesi.
       Ne var ki deprem, burada aynı zamanda pek çok cahil ve özensiz müteahhitin de bulunduğunu gösterdi.
       Rüşvet ve başka ahlaksızlıklar sayesinde başarıya ulaşan bu adamları zengin eden sistem, şimdi Türkiye'ye diz çöktüren trajedinin suçunda kendi payına düşeni yüklenmek zorunda."
       Bir yıl sonraki duruma bakalım.
       Depremin katliam işbirlikçisi müteahhitlerden şu anda hapiste olan bir kişi kaldı mı?
       "Hayır."


Doğu - Batı

       Washington Post'tan Lee Hockstader ise 17 Ağustos'tan hemen sonra şöyle yazmış:
       "Ülkenin uzun yıllardan beri karşılaştığı bu en büyük afette doğulu ve üçüncü dünyalı yanı, batılı yanından daha da öne çıktı diyebiliriz.
       Lokanta ve gece kulüplerinde 45 gün süreyle müzik çalınması yasaklandı."
       Yas tutmak elbette kayıplarımıza saygının gereğidir.
       Ama...
       Sadece yas tutmak ve kadere teslim olmak, Atatürk Türkiye'sine yakışmıyor.
       Ağıtın ötesinde, sorumluları sorgulayabildik mi?
       Deprem kadar, yapısal bozukluk nedeniyle insanlarımızı kaybetmenin yanlışını gidermek yolunda gerçekçi mesafeler alabildik mi?
       Örneğin...
       Hükümet adına çalışmak üzere kurulan ve değerli bilim adamlarından oluşan Deprem Konseyi, henüz bir kez toplanabildi.
       Gelecek toplantısında ancak görev saptama çalışması yapacak.
       Yani...
       Ankara'dan bakıldığında hazin bir rötar var.
       Bu kadar geç oluşturulmasından sonra... Konsey, dileriz ki bir depremde sadece hasar tespiti ile görevlendirilmesin.

Umut yerelde

       Ankara'dan genel görüntü bu.
       Herhalde umut yerelde.
       Washington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü'nden Alan Makovsky, depremden sonra şöyle yazmış:
       "Türkiye hakkında sivil toplum örgütlerinin işlemediği ve insanların oturup her şeyi devletten beklediği gibi on yıllardır söylenen bir klişe vardır..."
       Biraz insafsızlık.
       17 Ağustos'tan sonra deprem bölgesi, sivil toplum örgütlerinin ve gönüllülerin akınına uğramıştı.
       Çoğunluğu bilinçsiz ama gönülden yardım çabasındaydı.
       Aradan geçen bir yıla yakın sürede, özellikle İstanbul'da gönüllü kuruluşlar bilinçlenme yolunda önemli mesafeler aldılar.
       İstanbul'un 62 semtinde sivil kurtarma ekipleri oluşturuldu.
       Telsiz ve Radyo Amatörleri Derneği'nden telsiz eğitimi... İnsan Kaynakları Vakfı'ndan ilkyardım eğitimi... İnsan Yerleştirme Derneği'nden acil yerleştirme merkezleri kurma ve uygulama eğitimi... İtfaiyeden yangın eğitimi aldılar.
       Afet Kriz Merkezi ile koordinasyon sağlayarak, depremde buluşma noktalarını, acil trafik yollarını saptadılar.
       Deprem anında kurtarma ekibi olarak da katkıda bulunacaklar.
       Sayıları 7 bini buluyor.
       Ayrıca...
       Sivil savunma kurtarma timinin yanı sıra her ilçe ve kaymakamlığa bağlı olarak iyi eğitilmiş 2 bin görevli var.
       Valilik de yoğun çalışmalar yaptı.
       Ama...
       Ne yazık ki Valilik tarafından, okullar, çocuk yurtları, hastaneler ve yaşlılık kurumları taranarak, hemen hepsi hakkında "depreme dayanıklı hale getirilmek üzere onarılmalı" raporu hazırlandığı halde, ilgili bakanlıklardan ödenek olmadığı için hiçbirine çivi bile çakılamadı.
       Depreme raporla karşı konulmaz.
       Bin kocadan arta kalan İstanbul, olası bir depremden sonra da ayakta kalır ama nasıl?



Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr