Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a ait olduğu iddia edilen "demokrasiyi ben kurtardım" söylemi, siyaset tartışmaları gündeminde yankılar yaptı.
Özellikle...
Pakistan'daki askeri darbe ile aynı tarihlere rastlaması nedeniyle tartışmalar daha da güncelleşti.
Yılmaz, istemeyerek de olsa, bir paralel çizmiş gibi oldu.
Özellikle Türkiye'de, demokrasiyle, orduyu cepheleştirmek isteyenlere karşı bazı noktaların aydınlanmasında fayda var.
Şöyle ki...

Tarihin gerçekleri

1- 28 Şubat sürecinin kapalı kapılar ardına uzanan özel istihbaratına biraz sahip olan herkes biliyor ki... Başta dönemin Genelkurmay Başkanı olmak üzere, komutanlar, kesinlikle ihtilal yapmak istemiyorlardı.
Ordunun eğilimlerini siyasetçilere meşru zeminlerde iletiyorlardı.
Örneğin...
Anayasal bir kurum olan MGK'da...
Çok ivedi durumlarda da ordunun Silahlı Kuvvetler Başkomutanı konumundaki Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sunuşlar yapıyorlardı.
Bu tavırları benimsemiş bir orduyu, - ihtilal yapmak üzereymiş ama devrin ana muhalefet partisi genel başkanı tarafından engellenmiş - gibi göstermek, haksızlık ya da insafsızlık olur.
2- Farzedin ki böyle bir ihtilal eğilimi olsaydı bile...
Bunu Mesut Yılmaz'ın tek başına önlediğini iddia etmek, çıtayı, bir ana muhalefet partisi genel başkanı boy ölçüsünün çok üzerine koymak olur.
Albay Talat Aydemir ihtilal yaptığında, dönemin Başbakanı İsmet Paşa ona haber yollamıştı:
"Silahları derhal bıraksın.
Harekatı durdursun.
Yarın TBMM toplanacak.
Ona ve arkadaşlarına TBMM'den af çıkartmanın sözünü veriyorum."
Aydemir, ihtilali bu güvence üzerine noktalandı.
İsmet Paşa da gerçekten sözünü tuttu.
Meclis'ten af kararı çıkarttı.
Dikkat ediniz İsmet Paşa, TBMM'ye dayanarak güvence vermiştir.
"Ben" dememiştir.
Ayrıca...
Bu mesajı gönderirken, Genelkurmay Başkanı, kara, deniz ve jandarma komutanları yanındaydı, Hava Kuvvetleri Komutanı merhum Tansel, havada jet uçuşları yaparken, Aydemir'e karşı bir hava harekatını organize etmişti.
Aydemir'in şansı zaten yok gibiydi.
Dahası...
12 Eylül 1980 İhtilali'nden sonra harekatın lideri Org. ve 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'e sormuştum:
"11 Eylül sabahı ihtilalin ilk işaretleri gelmeye başladığında Demirel, sizi ve komutanları görevden aldığını açıklasaydı... TBMM, bu kararı destekleseydi ne yapardınız?"
Evren, gülümseyerek, kısa ve net bir cevap vermişti:
"Hiçbir şey değişmezdi.
İhtilalin düğmesine basılmıştı."
Daha sonraki tarihlerde ise Demirel'i teslimiyetçi olmakla suçlayanlara karşı Ecevit şöyle demişti:
"Demirel'e haksız yere yükleniyorlar.
Başbakan olsaydım ben de birşey yapamazdım."
Kısacası...
Tek bir şahıs ihtilal önleyemez.

Kamuoyunun yüzü

3- Ordu, ihtilal yapmak istemiyordu.
Ama...
İhtilal olması için çanak tutuluyordu.
Her türlü tahrik yapılıyordu.
Türkiye'de medya, bir kısım sağduyulu politikacılar, sivil toplum örgütleri, aynı ortak paydada yer aldılar.
Meclis içinde ve meşru zeminde hükümet değişti.
Yaşar Topçu'nun dünkü gazetelerde söylediği gibi "Meclis'in bu sonucu almasında DYP'den istifa eden bazı milletvekillerinin katkıları görmezlikten gelinemez."
Mesut Yılmaz da işte bu hareketin içinde olanlardan biriydi.
Hatta - herhalde - ön saflardakiler arasında olmalıydı.
Ama...
Olmayan bir ihtilali önleyen tek adam, çok abartılmış bir iddia.
Nitekim bu satırların yazıldığı sırada Yılmaz'ın Rize'de yaptığı açıklama dikkat çekicidir:
"Böyle bir ifade benim üslubuma uymaz. Demokrasiyi korumak, yaşatmak siyasi partilerin birinci önceliği olması gerekir. Biz 55. Hükümet'e bu düşüncelerle katıldık. Onu ifade ettim.
Ama...
Maalesef bana atfen böyle yanlış bir beyan basında yer aldı."
Açıklamalar, dışarıya yansıtmalar, tepkiler ve yorumlar...
Bunlar ayrıntıdır.
Derinlerde ise Cumhurbaşkanlığı hesapları seziliyor.


Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr