D. M. M. Fırat mı, yoksa K. Kılıçdaroğlu mu galip? Hangisi?
Nakavt (knock out)'la mı, sayı hesabıyla mı?
Bu soru ikisinin TV randevularının "boks karşılaşması" gibi yorumlanışı içindir. Bir başka değerlendirme ise "düello" oldu.
O bağlamda da sorular yönelteyim.
Hangisi siyaseten öldü?
İkisi de yaşıyorsa, hangisinin yaraları daha ağır?
İki görüş
Bizim Yazı İşleri değerlendirmesi farklı oldu. İki görüş öne çıktı.
1 İşte demokrasi.
2 Bilinmeyen çok şey aydınlığa çıktı.
.......................
Gerçekten, ancak "demokrasilerde olabilecek bir görüntüydü", Fırat ve Kılıçdaroğlu'nun ekranda karşılıklı tartışmaları.
Tüm Türkiye bu tartışmaya odaklandı.
Reyting ölçümleri bir gün sonra gelir ama "prime time"da en çok izlenilen dizi kadar olabileceğini düşünüyorum. Demokrasinin özelliklerinden ikisi şeffaflık ve söz özgürlüğüdür .
İkisi de bu karşılaşmada demokrasinin beşiği olan ülkelerden bir çıt bile aşağıda değildi.
İki taraf da ne biliyorsa, ellerinde hangi belge varsa, ortaya koydular.
Keşke gri bölgede kalan ya da halı altına süpürülen diğer konularda da her şey böylesine kamuoyu önünde serbestçe tartışılsa, tüm belgeler ve bilgilerin sunulduğu şeffaflık yaşansa...
Soru soran gazetecilerin azarlanışı, hatta hakarete uğrayışı ile böylesine bir düzeyli şeffaflık aynı günlerde, aynı ülkede örtüşüyor.
Şeffaflığın özelden genele dönüşmesini diliyoruz.
.........................
Bir diğer değerlendirme "bilinmeyenlerin ortaya döküldüğüdür."
Kamuoyu bilgilenmiştir.
Vatandaş da hiç kuşku yok ki, kendi arasında tartışıyor.
Bu programdan sonra ayaklarının yere daha sağlam bastığı bir düzey kazanacaktır tartışmalar... Oy verirken, taraf ve taraftar olurken, bu tür bilgilendirici programlar toplumun daha bilinçli olmasına katkıda bulunur. O nedenle...
Bu programın yayımlanmasıyla, tarafları koyun bir kenara, "demokrasi kazanmıştır."
Not: Kılıçdaroğlu Fırat’ın “çifte fatura” söyleminin altını çizdi. Bu konu tartışma gündemine ağırlık koyacak.
GAZETECİ
Siyasetçi için gazeteci özellikle son yıllarda "günah keçisi" haline getirildi. Kendini sıkışmış hisseden politikacı "yapan"ı değil, "yazan"ı suçlayarak gazetecilere saldırmakta.
Böyle bir ortamda "iktidar" ve "ana muhalefet"in doruklarındaki kişilerin kozlarını paylaşacakları karşılaşmada bir gazeteciye güven duyarak onun "moderatörlüğünü" istemeleri bu mesleğe "tarih"in ve "talih"in bir armağanıdır.
Bunca çamur atmalara karşın, kendilerini medyaya emanet etmeleri kamuoyunda elbette yankı yapacaktır. Elbette her meslek gibi medya sektöründe de yanlışlar vardır. Ancak...
Şu demokratik şeffaflık açılımında bile dümenin bir medya mensubuna bırakılmış olması önemlidir.
Ayrıca... Özellikle bu gazetecinin, iktidar tarafından hedef gösterilen Doğan Medya Grubu mensubu olması da ilginç değil mi?
Bu açılardan bakıldığında, demokrasi ve bilgilenen toplum ötesinde, kazananlar, Uğur Dündar ve gazeteciliktir. Hatta dolaylı olarak, bu bağlamda, içinde bulunduğum Doğan Medya Grubu'dur.
FİLMEKİMİ
İlkbahar İKSV'nin sinema festivali mevsimidir. Sinema sezonu sona ererken, festivalin her dönemden güzelim filmleriyle mutlu oluruz. Sonra İKSV'nin tiyatro, müzik, caz festivalleri gelir.
Harika bir yaz geçirtir.
Bu yıl Arda Aydoğan'ın etkinlikleri yaz sonundaki boşluğu doldurdu.
Ve sonbaharla birlikte, gene İKSV'nin güz yağmuru gibi Filmekimi gelir.
Bu yıl da güzel filmler var. Örneğin...
Woody Allen'ın Cannes Film Festivali'nde dünya prömiyeri yapılan son filmi Vicky Cristina Barcelona yapıtı... Filmde Scarlett Johannson ve Penelope Cruz bir aradalar.
Cannes'dan Altın Palmiyeli Sınıf da önemli.
Mafya öyküsü Camarro da Napoli'deki gaddar bir mafya örgütünü konu alıyor. Ve Palermo'da Yüzleşme, Filmekimi'nin yüzük taşı. Yerlerinizi şimdiden ayırtın. Bu filmler kaçmaz.