Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

1990’lı yılların sonlarına doğru TV programı için Ankara Cezaevi’ndeydim.
1994’te HDP’nin kromozonlarını taşıdığı “büyükbabası” denebilecek DEP’in hapisteki milletvekilleriyle konuşacaktım.
Onların cezaevindeki yaşamlarını ekrana taşıyacak ve siyasi görüşleri üzerine söyleşi yapacaktım.
Demir kapı arkamdan kapandığında, sırtımdan soğuk ter damlaları yuvarlandığını hissettim.
Birkaç saat sonra dışarıya, özgürlüğe çıkacağımı bilmeme rağmen gene de o ortamın “gündüz karanlığı” ağır psikolojiydi bu.
Girişin hemen sağında nispeten geniş odada mahkumlar telefonla konuşuyorlardı.
Ellerinde telefon, önlerinde kalın bir cam, camın arkasında ise gene kulağında telefon olan yakınlarıyla izleyenlere acı veren bir konuşma görüntüsü.
En uçtaki telefonda Leyla Zana vardı.
Nazik ama içinde bulunduğu ruh halinin burukluğunu yansıtan tebessüm...
Karşılıklı “Nasılsınız” ve “Teşekkür” söylemi.
Kim bilir daha kaç yıl böyle geçecekti ya da geçmek bilemeyecekti.
..........................
Az ileride hapishane müdürünün odasına aldılar.
Kahvemizi içerken, içeriye toplam 89.5 yıl hapis cezası verilen milletvekillerinden Orhan Doğan girdi.
Meclis’ten çıktığı sırada polis tarafından kafasına bastırılarak otomobile bindirilişi TV ve gazetelerde yayınlanmış, ses getirmişti.
Doğan’la müdürün aralarında konuşmalarından iyi ilişki içinde oldukları izlenimini aldım.
Aramızda kısa bir sohbet oldu.
Program çekiminin koordinasyonu ondaydı.
“Kaldıkları koğuşta değil, söyleşi için başka bir hapishane odasının hazırlandığını” söyledi.
“Özellerinin görüntülen-mesini istemiyorlar, haklılar” diye düşünmüştüm.
Orhan Doğan, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Mahmut Alınak’la konuştuk.
Televizyonda onların tahliye umudunu yeşertebilecek konuşmalar hatta tek bir kelime morallerini yükseltiyormuş.
Sonrasında...
Çıktılar da. Tekrar siyaset yaptılar. Bazıları milletvekili seçildi.
Türkiye siyasetinde yeniden etkili oldular.
........................
Türkiye’de esen siyaset rüzgârları şimdi de HDP Eşbaşkanı Demirtaş ve bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, yargılanmaları yönünde esiyor/estiriliyor.
“Partilerinin kapanmayacağı, tüzel kişiliğin değil gerçek kişilerin yargılanmaları gerektiği” konuşulmakta.
HDP söylemlerinin bazılarını hatta epeycesini ben de yanlış buluyorum.
Yargıç kürsüsünde değilim ama yasalar önünde kendilerini yargılanmaya -sanki- itiyorlar.
Ayrıca...
Suruç’taki katliamı IŞİD yapmışken neden PKK’nın uyuyan polislere, beraberinde eşi otomobiliyle giden Binbaşı’ya, diğer polis ve askerlere saldırılar?
HDP’ye çukur açmak mı?
Öte yandan HDP de seçilmişlik statüsünü “mevzi” olarak kullanmamalı.
Eğer Anayasa ve yasalarda suçlar ve cezalar tanımlanmışsa, bunların usulleri de gösterilmişse elbette “uygulanmak” içindir.
“Dekor” ya da “süs” değildir.
Bununla beraber...
“Söz ve kürsü” dokunulmazlığı ile terör suçlaması arasındaki çizgiye özen gösterilmelidir.
Kanın durması için “dağ yoluna” karşı seçenek olarak “siyasi partiler ve seçim yolunu” açık tutmak politikasının da üzeri çizilmemeli.