Ecevit'i ilk kez 1960'lı yıllarda tanımıştım.
Çalışma Bakanı'ydı. Ben ise, çiçeği burnunda gazeteci...
Dışişleri Bakanı'nın özel kalem odasında, bakan tarafından kabul edilmeyi bekliyorum.
Ecevit, hızlı adımlarla içeri girdi.
"Sayın Bakan'la önemli bir konuda görüşmek istediğini" söyledi.
Özel Kalem Müdürü, "Derhal arz edeyim efendim" diyerek içeriye yönelmekteydi ki, Ecevit beni farketti.
Elimi sıktı.
Sonra, Özel Kalem Müdürü'ne dönerek, "Meslektaşım benden önce gelmiş. Onun randevusu olmalı. Ben ise, randevu istemeden, geçerken uğradım. Ben beklerim. Önce, meslektaşım girsin" dedi.
Genç bir gazetecinin yüreğini kazanmıştı.
Gene aynı yıllarda, Bülent Ecevit, çalışma hayatımızda bir devrim yaratan "Grev, Lokavt ve Toplu Sözleşme" ile "Sendikalar" yasalarını çıkardı.
İlk kez, işçi, işveren ilişkileri, Batı standartlarında bir hukuki düzen kuruldu.
O sıralarda, Ecevit'in TÜRK - İŞ salonuna girişini anımsıyorum.
Bütün sendikacılar, onu ayakta alkışlıyorlardı.
TÜRK - İŞ Genel Başkanı merhum Seyfi Demirsoy, kürsüde, "Çalışma hayatına ve işçiye öylesine büyük bir hizmet verdiniz ki... Yaşadığınız sürece, işçi topluluklarına her girişinizde, ayakta ve alkışlarla karşılanacaksınız" diyordu.
Gerçekten...
Hep öyle oldu.
Merhum İsmet İnönü, sonraları sosyal demokrat ve demokratik sol söylemine dönüşen ortanın solu hareketine yeşil ışık yakmıştı.
Genç Ecevit, hareketin lideriydi.
Partinin Genel Sekreter'i olmuştu.
Konya gezisinde, onları izleyen gazeteciler arasındaydım.
Paşa bir ara onun elini tutmuş "Seni bulmak için yıllarca bekledik. Bir daha kaybolma" demişti.
Bu, İsmet Paşa'nın büyük bir iltifatıydı.
12 Mart 1971 Komutanlar Muhtırası verildi.
Demirel hükümeti düşürüldü.
Yeni kurulan CHP'li Nihat Erim hükümetine, İsmet Paşa destek ve CHP'den bakan verdi.
Amacı, böyle bir yumuşak geçişle, Meclis'i açık tutmak, ordunun kışlasına dönmesini sağlamak, mümkün olan en kısa sürede seçimleri yaptırmaktı.
Genç Genel Sekreter ise, bu değerlendirmede, çok sevip saydığı İnönü ile ters düştü.
Genel Sekreterlik'ten istifa etti.
Artık, Paşa ile yolları ayrılmıştı.
Sonra...
Kongrede, artık iyice yaşlanan Paşa ile genel başkanlık mücadelesi yaptı.
Kazandı.
Neredeyse, asırlık çınar olan büyük devlet adamı İsmet Paşa'nın, yeni Genel Başkan Ecevit'in elini sıkmak üzere ayağa kalkışı ve ceketinin düğmesini ilikleyişi, harikulade bir anıydı.
Seçimlerde, Ecevit "muhalefette kalışın siyaset rantını topladı. CHP en büyük oyu aldı."
Başında Erbakan'ın bulunduğu MSP ile ortak hükümet kurdu.
Ecevit ise, buna "Tarihi yanılgının düzeltilmesi" adını koymuştu.
O dönemde, Kıbrıs Harekatı, Türkiye'nin, Hatay bağlamında Atatürk kükreyişinin sonrasında, sınırların ötesinde ilk ağırlık koyuşuydu.
Buna karşın...
Sınırların ötesinde, bir büyük yanlış da yapıldı.
Yunanistan, şimdi adı AB olan ortak pazara girmekteydi.
Bize de, "hemen başvuru yapın, birlikte girin" önerisinde bulunmuştu.
Ne yazık ki...
Ecevit, başbakanlığı döneminde bu tarihi şans geri çevrildi.
Dönemin "Onlar ortak, biz pazar olamayız. Bizi, Avrupa'nın bahçıvanı yapmak istiyorlar" gibi söylemleri, Türkiye'nin hala aşamadığı talihsizliğidir.
Asıl tarihi yanılgı, Avrupa'yı ıskalamaktı.
1970'li yıllar, Demirel - Ecevit zıtlaşmasıyla geçti.
1979'da, Ecevit gene Başbakan'dı.
Yüzde 42 oya dayanıyordu.
Türkiye, ekonomik çöküş yaşıyordu.
Doğal sonuç, Ecevit'in CHP'si, ara seçimleri, tek parlamenter dahi çıkaramadan yitirdi.
Bu büyük eksiye işaret ederken, Ecevit'in siyaset kalitesine de dikkat çekelim.
Daha o gün, hükümeti bıraktı.
Zaten...
Ecevit, koltuğu geri çevirmeyi hep bilmiştir.
1980'den sonra, henüz kapatılmadığı halde, CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etti.
1987 genel seçimlerini, TRT'den ben sunmuştum.
Ecevit'in başında bulunduğu DSP'nin barajı aşamadığı ve milletvekili çıkaramadığı belli olmuştu.
"Ne yapacaksınız" diye sormuştum.
Hiç duraksamadan "istifa ediyorum" cevabını vermişti.
Böyle bir söze neden olduğumu düşünmüş ve üzülmüştüm.
Ve, işte... Bir dizi seçim, emekli maaşı ile ödenen pul paralarıyla örgüt oluşturma, taban tutma süreci... Yeniden Meclis...
Nihayet...
Başbakanlık.
Bir kısmına katılmasak da, Ecevit'in kendi doğruları vardır.
Yunanlı bir balıkçı, teknesi kasırgada ceviz kabuğu gibi sallanırken, Tanrı Neptunus'a şöyle haykırmış:
"Ey Tanrı, beni ister kurtar, ister batır... Ben, dümenimi kırmadan, dosdoğru gideceğim." (EFLATUN: Şölen)
Yazara E-Posta: g.civaoglu@milliyet.com.tr