Yukarıdaki başlık bana değil, Erdoğan’ın Başdanışmanı ve Ankara milletvekili Yalçın Akdoğan’a ait.
Gündemdeki soru işaretleriyle örtüşmekte.
“Suriye ve Mısır” için ABD ile Avrupa’nın makas değişikliği sonrasında Türkiye’nin kendi rayında kalması “değerli yalnızlık” söylemini üretmişti.
Sonra...
“Değerli” kelimesi tabeladan düştü.
“Yalnızlık” kaldı.
Şimdi ise ABD ve Batı’ya “karşıtlık mı” sorgulaması yapılıyor.
Bu konumdan çıkış için kimileri “Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun gitmesi gerektiğini” öne sürmekte.
“Yeni bir başlangıç için yeni bakan” formülü ucundan kıyısından işlenmekte.
Spekülasyona girmem.
Ancak...
Böyle durumlar konjonktüreldir.
Şartların hızlı değişimi ülkeleri bazen “makas değişikliği” oldu bittisiyle karşı karşıya bırakabilir.
Önemli olan ülkenin “temel insani değerler ve evrensel demokrasi ilkelerinde” kalmasıdır.
Zaman geçer rüzgar gene yön değiştirir, konjonktür geri dönüş yapabilir.
Bazen rüzgara karşı yürümek, bazen rüzgarı arkasına almak devletlerin yazgılarında vardır.
“Rüzgar gülü” olmamak gerekir.
.....................
Yalçın Akdoğan’ın aşağıda bazı bölümlerini yansıttığım yazısı o açıdan bakarak okunmalı...
AK Parti’nin kurulduğu ve iktidara geldiği günden itibaren en çok merak edilen konuların başında Batı dünyasına nasıl baktığı geliyordu.
AK Parti’nin ‘takiyye’ yapıp yapmadığı, iktidara gelirse nasıl davranacağı merak ediliyordu.
.....................
AK Parti’nin dış politikasının odağına AB perspektifi yerleşti.
Zaman içinde görüldü ki, AK Parti iktidarıyla Türkiye bir eksen kayması yaşamadı, tam aksine Türkiye gerçek eksenine oturdu.
Bir yanda AB ile tarihinin en ciddi ilişkisi geliştirilirken, ABD başta olmak üzere müttefiklerle ilişkiler daha da derinleştirildi.
Türk dış politikası, Türk dünyasını, İslam dünyasını, Balkanları, Ortadoğu’yu ve Afrika’yı gözardı etmeyen bir çok boyutluluk kazandı.
AK Parti 11 yıllık icraatlarıyla ‘batı karşıtı’ olmadığını herkese gösterdi.
Türkiye zaman içinde girdiği ilişkilerin mahiyetini sorgulamaya başladı. Artık işbirliği ve ilişki “karşılıklı çıkar”a dayanmak durumundaydı.
Sorgulayan, eleştiren, hakkını arayan bir Türkiye ise başka endişeler doğurmaya başladı.
NATO’nun verdiği her görevi yapan ve örgütün en önemli güçlerinden biri olan Türkiye giderek karar mekanizmalarında etkisini hissettirmeye, gerekirse veto hakkını kullanmaya başladı.
“Uyum” derken tek taraflı angajmanı ve bir nevi teslimiyeti kastedenler bundan rahatsızlık duydular.
Türkiye-AB ilişkileri adı konulmamış bir oyalama-sürünceme-geçiştirme anlaşmasına dayalıydı.
Verilen sözlerin tutulmaması, çifte standart ve samimiyetsizlik haklı olarak AK Parti iktidarının eleştirisini çekti. Bu eleştiri AB karşıtlığı anlamına gelmiyordu.
Türkiye büyük bir destekle BMGK geçici üyeliğine seçildi.
Hem üye oldu, hem sistemi sorguladı, reforme edilmesi gerektiğini vurguladı.
Başbakan Erdoğan antisemitizmin insanlık suçu olduğunu yüksek sesle haykıran ilk Müslüman ülke lideriydi.
Ancak aynı Erdoğan aynı ilkeli duruş sebebiyle Davos’ta one minute çıkışını da yaptı, Mavi Marmara sonrası İsrail yönetimini de eleştirdi.
Tüm bunlar AK Parti iktidarının batı, AB ve ABD karşıtı olduğu yönünde bir kampanya başlatılmasına sebep oldu.
Önce “Türkiye artık fazla oluyor” diyenler, bunun tutmadığını görünce “Erdoğan artık fazla oluyor” demeye başladılar.
Aslında onlar da biliyorlar ‘batı karşıtlığı’nın kendilerinin ürettiği bir yalan olduğunu...
Peki Erdoğan bu oyunlara gelir mi?
Erdoğan ne batı karşıtlığı tezgahına düşer, ne de endişe edip öyle olmadığını ispata çalışır...
Erdoğan için asıl olan temel insani değerlerdir ve Türkiye’nin çıkarlarıdır...
....................
Hem sistemi tanıyor, hem de sorgulayarak değiştirmeye, demokratikleştirmeye çalışıyor.
....................
“Temel insani değerler ve evrensel demokrasi ilkeleri” rotası için söylenecek bir söz olamaz.
Ama...
Beşar Esad daha önce de “despottu, kendi insanlarını öldürmüştü, eli kanlıydı...”
O zamanki “kardeşlik” söylemleri ve görüntüleri ilkeler iddiasıyla çizilen resmi bozmakta.