Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

DÜNKÜ Bakanlar Kurulu'nun Erbakan ve Çiller tarafından çizilen politikası için izlenimim, iki kelimeyle özetlenebilir:
"Evet... Ama..."
Dün evet denildi... Aradan bir süre geçtikten sonra bunu ama bölümü izleyecektir.
MGK bildiriminin esnetileceği, sündürüleceği, hatta sulandırılacağı bütün gerekçeler "ama" başlığı altında yer alacaktır.

Evet... Şimdi Bakanlar Kurulu'nun ceketiyle tayyör eteğini ters yüz edip, içindekileri gösterelim.
BAKANLAR Kurulu nihayet MGK bildirimi ve ekiyle "resmen ve açıkça" tanıştı.
Bu metinler bakanlara okunduktan sonra, Tansu Çiller şunları söylüyor:
"MGK, Anayasal bir kuruluştur. Bildirimlerini aynen paylaşıyoruz.
İlgili bakanlara gereken talimatları veriyoruz... Bildirimdeki önlemler aynen yerine getirilecektir.
Bununla beraber belirteyim ki... Hükümetimiz tarafından kanun, kararname, yönetmelik olarak anti - laik hiçbir uygulama yapılmış değildir.
Elbette anti - laik bazı görüntüler var.
Ancak, hükümetle ilgili değil.
Fakat, belirttiğim gibi MGK bildirimini, Anayasa gereği hükümete yapmıştır... Hükümet de bütün önlemleri alacaktır."
Çiller'
in böyle bir konuşma yapmasını, bakanları zaten bekliyordu.
Asıl merak edilen, Erbakan'ın tavrının ne olacağıydı.
Hoca, bazı imalarda bulunmuştu.
"MGK bildirimleri tavsiyedir... Karar, sorumlu ve yetkili olan hükümetindir" ön mesajını vermişti.
Acaba... "Bildirimleri dinlediniz... Şimdi bunları tartışalım. Hükümet politikamıza ve kendi değer yargılarımıza uygun olanları dikkate alırız" mı diyecekti?
Bakanlar Kurulu'nun gözü Başbakan'daydı.
Erbakan, - ancak onu yakından tanıyanlar için sürpriz olmayan inanılmaz bir rahatlıkla - "Tansu Çiller Hanımefendi'nin sözlerine aynen katılıyorum. Milli Güvenlik Kurulumuz'un bildirimlerinde yer alan önlemlerin tamamı yerine getirilmelidir" diyor.
Yani...
O da "komutanlara selam" mesajını veriyor.
NECMETTİN Erbakan, dinleyenleri daha da hayrete düşüren başka şeyler de söylüyor:
"Türkiye'de gerçekten - irtica - vardır" diyor.
Anavatan'ın ve DYP'nin muhafazakar kanadının bile kullanmakta çekingen davrandığı, hatta, kullanmadığı ve başka dolaylı ifadeleri tercih ettiği "irtica" deyiminin Erbakan tarafından dile getirilmesi dikkat çekicidir.
İrtica, solun ve laik kesimin jargonunda yer alır.
Hoca bununla da kalmıyor. İrtica'"Türkiye'yi geriye götürmek isteyenler olarak" tanımlıyor.
Onlara "kaba softalar" diye saldırıyor.
Dahası...
İrtica ya da kaba softa başlıkları altında toplanabilecek din taassubunu yeriyor...
"Din taassubu, dünyayı tehdit eden yaygın bir hastalıktır. Türkiye'de de 200 yıllık tarihi var" diyor.
Yani...
Kabakçı Mustafa'ya, 31 Mart'a, padişah kellesini alan gerici ayaklanmalara belki Derviş Vahdeti'ye, Kubilay olayına böylece göndermeler yapmış oluyor.
Onların günümüzdeki uzantılarını isim vererek teşhir ediyor.
İlk kez "Cemallettin Kaplan'cılarla, İBDA - C örgütüyle mütedeyyin (gerçekten inanmış ve siyasetle ilgisi olmayan, kendi halindeki inanmışlar kitlesi) insanlarımızın ne ilgisi olabilir ki" diye soruyor.
Onları ilk uygulamalar olarak bir bakıma İçişleri Bakanlığı'na hedef olarak gösteriyor.
Bunlar ilk kez Erbakan'ın ağzından çıkan kelimeler. Daha önce "kaba softalar" deyimini birkaç kez kullanmıştı.
Ama, böyle açıkça ve hedef göstererek değil.
Hoca sözlerini "bu MGK bildirisinin çok benzerinin, 22 maddelik olanının, 10 yıl önce 27 Aralık 1986'da da karara bağlandığına" işaret ederek noktalıyor.
Ancak... RP'li bakanların bir bölümü, soğuk duş almış gibidirler... DYP'liler ise, başta Çiller, hükümetin yıkılmaktan kurtulduğunu düşünerek memnunlar.
Türkiye ise, "lafla peynir gemilerinin yürümediğinin" örneklerini çok görmüştür.
Quo vadis, nereye anlamına gelir.
Eğer, şu toplantıda MGK kararları ciddiyetle ve samimiyetle tartışılsaydı...
Siyaset mantığıyla ülke üstün yararlarını çakıştıran sağlıklı sonuçlar üretilebilseydi...
Türkiye, daha rahat nefes alırdı.
Oysa... Yapaylığı üstünden akan bu plastik itaatkarlık, hiç de güvence ve umut verir nitelikte değildir.
Komutan teftişleri sırasında yapılan göstermelik temizliğe benzeyen bu manzara nedeniyle, "Türkiye nereye" sorusu daha da düşündürücü boyutlara ulaşmıştır.