Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Güneri CIVAOĞLU

Eski ülkücülerden Kürşat Yılmaz'ın hapishaneden firarı, o kesimin devlet içinde hala etkinliğini sürdürdüğünü gösteriyor.
Hapishaneden iki firar örneği yansıtayım...
Bunlardan birini Abdullah Çatlı'nın eşinden dinlemiştim.
- Bazı bölümlerini daha önce de yazdığım - Çatlı'nın İsviçre cezaevinden kaçışı, inanılır gibi değildi.
Çatlı, eşini çağırıyor. Şöyle diyor:
"Falanca gün, filanca saatte beni kaçıracaklar. Paris'teki eve git.
Beni bekle..."
Gerçekten o gün kaçıyor.
Evine gidiyor.
Banyosunu yapıp, "dinleneceğini" söylüyor.
Daha sonra Türkiye'ye dönüyorlar.
Onlara Etiler'de iyi döşenmiş, lüks bir daire veriliyor.
Çatlı'ya güneyde bir petrol işi kurması olanağı sağlanıyor.
Bu arada...
Bazı özel işlerle de görevlendiriliyor.

isviçrede ki hapishaneden kaçışın anatomisine gelince...
Eşinin anlattığına göre, Çatlı'ya tam vaat edilen saatte, kameraların göremediği bir kör noktaya açılan servis kapısının anahtarı ile birlikte O'na ve beraberinde kaçan arkadaşlarına, aşacakları dikenli tellere karşı aluminyum eldivenler veriliyor.
Yolda kendisini bir arabanın bekleyeceği söyleniyor.
Çatlı, geliyor.
Ve yaşamı boyunca unutamayacağı bir sürprizle karşılaşıyor.
Otomobilde oturan, az önce kaçtığı hapishanenin İsviçreli müdürüdür.
Böylece kaçış, en yüksek düzeyde güvenceye alınmıştır.
Bu hadise, firarların çapını ve derinliğini göstermek bakımından önemli ve özel bir örnektir.
Abdi İpekçi'nin katili Ağca'nın askeri hapishaneden sırtında üniformayla kaçış öyküsünü kendisinden ve onu kaçıranlardan dinlemiştim.
Anlattıkları garipti.

Adalet Bakanları'nın da itiraf ettikleri bir gerçek var; hapishaneler ne yazık ki, köklü bir reforma muhtaç...
hukuk fakültesinden arkadaşım Melda Türker, yıllardır ABD'de hapishaneler uzmanı olarak görev yapmaktadır.
Türkiye'ye, Özal döneminden itibaren sık sık geldi. Hapishanelerde gözlemler yaptı.
Raporlar yazdı.
Ancak, olanaksızlıklar nedeniyle bunların neredeyse hiçbiri uygulanamadı.
Aslında...
Sadece hapishaneler değil, Adalet Bakanlığı örgütünde bir reform gerekiyor.
Adalet polisi gereğinden tutunuz da, mahkeme salonlarının ve binalarının, adaletin tevzi edildiği duygusunu daha da güçlendirecek bir görüntüye kavuşturulmasına...Hakim ve savcı odalarının batılı meslektaşlarının mekanları gibi düzenlenmesine...Sekreter, faks, bilgisayar gibi teknolojik olanakların sunulmasına...Arşivlerin bilgisayara geçirilmesine...
Adalet personelinin ücretlerinin; en yukarı mevkide olanından, zabıt katiplerine ve arşiv memurlarına kadar, insan haklarına yaraşır bir standarda çıkarılmasına...
Hapishanelerde yöneticilerin, gardiyanların yaşam koşullarının ve güvenliklerinin sağlanmasına...
Hapishanedeki mahkumların yaşamlarının insani boyutlara doğru yükseltilmesine...
Tek ya da çift odalı, tuvaletli bir yapı sisteminin oluşturulmasına...
Hapishanedekilerin hayata kazandırılması için psikolojik ve mesleki eğitimin gerçekleştirilmesine kadar pek çok boyut var.

Türkiye'de genel bozulmaya karşın, hala sağlam dokularını koruyan kurumlar var.
Bunların başlıcaları şöyle sıralanabilir:
"- Ordu
- Maliye
- Dışişleri
- Adalet"
Askerlik yapan herkez bilir ki...
Komutanlar "devletin imkanı bu kadar. Bize bu kadarını verebiliyor" derlerdi.
O olanaklarla, dokuları en sağlam kurumu oluşturmuşlardır.
Maliye de diğer devlet memurları kadar maaş öder.
Ancak...
Özel bir disipline sahiptir.
Gelirler Genel Müdürlüğü örgütü birbirine "üstad" diye hitap eder.
Saygı ve sevgi gösterirler.
Örnek düzeyde davranışları benimserler.
Dışişleri, Numan Menemencioğlu'nun Bakanlığı'ndan bu yana, terfi ve tayinleri sınava, sicile, başarıya, yeteneğe ve geleneklere dayandırmıştır.
Bu memuriyet, kariyer haline gelmiştir.
Adaletin, yukarıda sıraladığım zor koşullara karşın en umutsuz dönemlerde Türkiye insanına umut verdiği ve bir avuç gökyüzü açtığı bir gerçektir.
Etik kargaşada umutlar kararırken, - Türkiye'de hakimler ve savcılar var - dedirten kutsal adalet örnekleri vermişlerdir.
İşte...
Diğer kurumlarımızın da bu örneklere göre standartlarını yükseltmesi gerekir.
Elbette...
O örneklerde dahi, bazı yanlış isimler, olaylar çıkabiliyor.
Ama...
Genelde Türkiye'nin bel kemiğini dik tutan omurlar gibi algılanmalıdırlar.
Son firar vakası bağlamında da, bütünüyle, hapishaneleri ve çok zor koşullarda görev yapan gardiyanlarını, memurlarını, yöneticilerini suçlamak gibi bir toptancılık yanlış olur.
Ne yazık ki...
Toplumun yasa dışı kesimleriyle karşı karşıya, hatta, iç içe yaşamak zorunda olan kurum orasıdır.
En çok çürüme virüsü alma riski oradadır.


Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr