Allah rızası için, güzel bir maç.. Hayranı olduğum futbol yazıları gurusu Eduardo Galeano'nun GÖLGEDE VE GÜNEŞTE FUTBOL adlı kitabı yukarıdaki satırlarla başlıyor.
Cuma gecesi izlediğiniz Beşiktaş - Galatasaray maçı öncesi İnönü Stadı'nı dolduranlar ve televizyon başındakiler de hiç kuşkusuz Galeano gibi yakarmışlardı.
" - Allah rızası için, güzel bir maç lütfen"
Ancak bu yakarışın Tanrı katında kabul edildiğini söyleyemem.
Futbol "güzel" değildi. Bari "gol" olsaydı.
O da yoktu.
Galeano'dan satırları sürdürelim:
"Gol, futbolun orgazmıdır. Orgazm gibi gol de modern yaşamda, gitgide daha az görülmektedir. 0 - 0 skor, havaya açılmış ağızlarla iki esneyiştir...
Şimdilerde, on bir oyuncunun on biri de kale direklerine asılmış, gol yememeye çalışıyorlar; doğal olarak da gol atmaya vakit kalmıyor."
Bu tatsızlığın nedeni, sadece puana kilitlenen, gazı kaçmış, ılınmış şampanya gibi tadını yitirmekte olan sanayileşmiş futbol.
Gene Galeano anlatıyor:
"Eskiden antrenörler vardı...... Futbol oyun olmaktan çıkıp teknokratlara ihtiyaç duyulduğunda, antrenörler sessizce geçip gittiler. Görevleri, doğaçlamayı ortadan kaldırmak ve özgürlüklerini sınırlayarak, disiplinli birer atlet olmakla zorunlu oyuncuların verimlerini artırmak.
Antrenör oynayalım derdi.
Teknik direktör ise çalışalım diyor.
Şimdi her şey sistem rakamları ve puanla ifade ediliyor.
Teknik adamlar, futbolun bir bilim, sahanın da bir laboratuvar olduğunu düşünürler."
Sanayileşmiş futbolun orgazmı da, sperm sayısı da az.
Tabii, bazı güzellikler olmuyor değil, ama asıl amaç sonuç..
Sanayileşen futbol, sanayi ürünü futbolcuyu üretmiştir.
Galeano anlatıyor:
"Profesyonel oyuncu, ölümüne ter dökmek zorundadır. Ne yorulmaya hakkı vardır, ne yanılmaya. Gazetelerde yer alır, televizyonlara çıkar, radyolar ondan söz eder. Kadınlar onun için iç geçirir, çocuklar onu taklit eder. Varoşların tozlu yollarında zevk için oynayan o, birden kendini çalışma zorunluğu ile stadyumlarda bulmuştur. Kazanmak mahkumudur.
Onu satarlar, kiraya verirler... Ne denli başarılı olur ve çok kazanırsa, tutsaklığı o oranda artar. Askeri disiplin altında, günlük yorucu idmanlarda ezilir. Bedeni, sağlıklı görünüm ardında acıyı unutturan analjezik (ağrı kesiciler) bombardımanlarına tutulur, kortizon iğneleriyle delik deşik olur. Önemli maçlar öncesinde onu toplama kamplarına hapsederler, buralarda zorla çalıştırılır, aptalca yemekler yer, suyla sarhoş olur ve yalnız uyur.
Başka mesleklerde yolun sonu ihtiyarlıkla gelir; bir futbolcu ise henüz 30 yaşında ihtiyar sayılabilir.
Bazen yolun sonu 30'dan önce bir sakatlıkla gelebilir.
Futbolcu bütün parasını tek ata yatırdığını o zaman fark eder.
Ün denen o ılık yaz meltemi, bir teselli mektubu bile bırakmadan uçup gitmiştir.
Ya futbol yıldızı?
"Günlerden bir gün rüzgar tanrıçası onun ayaklarına birer öpücük kondurur. Futbol yıldızı işte bu öpücükle teneke bir kulübede, kollarının arasında topla doğar.
Yürümeyi öğrendiği andan başlayarak top oynamayı da bilir. Gece inip, top görünmez oluncaya kadar sokak aralarında koşturur.
Sonra stadyumlara geçer. Rüzgar gibi eser. Kitleleri sürükler.
Top onu arar ve tanır. Yıldız, topu parlatır, onu konuşturur. Yıldız oynadığında takım 12 kişiymiş gibi olur.
- 12 mi dedin? 15, belki 20!"
.....
Ve taraftar...
Asıl 12. oyuncu.
Galeano şöyle diyor:
"Sahadaki 11 oyuncu, taraftarsız maçın, müziksiz dansa benzeyeceğini bilir."
....
Evet... Fakat sanayileşse de Futbol küresinde yurttaşlık hala keyif. "İyi futbol dilencisi olarak" Allah'a yakarmaya devam.