Juventus karşısında muhteşem Mondragon bağlamında gelmiş geçmiş en büyük futbol yazıları virtüözü Eduardo Galeano'dan kaleci anlatımı:
"Ona file bekçisi dendiği olur. Aslında mahkumdur.
(18 içindeki çerçeve mahkumu. G.C.)
........
Bastığı yerde çim çıkmadığı söylenir. (Kale önlerinde çimler genellikle kelleşmiştir. G.C.)
.....
O yapayalnızdır.
Oyunu hep uzaktan izler.
......
O gol atmaz.
Varoluş nedeni gol atılmasını engellemektir.
Gol futbolun orgazmıdır. (Bu durumda kalecinin konumu daha da dramatik olmuyor mu? G.C.)
........
Bazen bomboş alanın ortasında cellatıyla baş başa kalır. (Mondragon, son Juventus maçında böyle kaç kez bomboş alanın ortasında, cellatıyla baş başa kaldı. G.C.)
.........
Öbür futbolcular bir ya da birkaç kez affedilmez hata yapabilirler; ama her zaman milimetrik bir pasla, artistik bir çalımla, öldürücü bir şutla kendilerini affettirebilirler.
Kalecinin böyle bir şansı yoktur.
Yanlış mı çıktı?
Top ellerinden mi kaydı?
Çelik parmaklar pamuğa mı dönüştü?
Kaleci, tek bir hatasıyla maçı mahvedebilir, şampiyonluk kaybettirebilir.
İşte o zaman günah keçisine dönüşür. (Bırakın taraftarı, antrenörler bile kaleciyi infaz ederler. Son FB - BJK maçından sonra FB Teknik Direktörü Daum, kalecisi Recep'i - CORDOBA BİZDE OLSAYDI, 4 - 0 GALİP GELİRDİK - söylemiyle Filistin askısında sallandırmadı mı? G.C.)
Bana göre Galatasaray 11'inin büyük kahramanı, zaferin temel taşı kaleci Mondragon'du.
Muhteşemdi.
Eğer ilk devredeki Juventus karşısında böylesine bir dev olmasaydı, tek bir gol bile Galatasaray psikolojisini çökertebilirdi.
Mondragon, kendisi gibi Latin Amerikalı Eduardo Galeano'nun "kaleci tanımı" satırlarına bir istisna paragrafı ekletecek oyunu ortaya koydu.
65 bin kişilik stadı dolduran seyirci de sonucu belirlemiştir.
Müthiş bir tribün kültürü ortaya koymuştur.
90 dakika süren harikulade bir futbol ilahesi ile sahadaki Galatasaraylı oyuncuları transa geçirmiştir.
Top notalarını bilinçli okumuştur.
Örneğin...
Top, Juventus'lu bir oyuncunun ayağına geçtiği anda müthiş bir ıslık salvosu onun ayaklarını titretiyordu.
Serbest vuruşlarda da öyle..
Galatasaraylı ayaklarda topun her dolaşışında, - oley - sesleri eşlik ediyordu. Bizim çocukların adrenalinini yükseltiyordu...
.....
Çoğu kez TÜRKİYE diye haykırışlar yankılanıyordu.
Gözlerdeki sarı kırmızı renkler, yüreklerde kırmızı beyaza kesmişti. Ulusu bölmek hayallerine ne güzel bir yanıttı.
.....
Tribünlerde, başı örtülü olanlar da vardı.
Türkiye'yi "İslam coğrafyası dışı dar - ül harp" (savaş yeri) gören yobaz kafalara yanıttı o görüntüler...
Hakan'ın o ilk golü bir futbol trigonometrisi harikasıydı.
Sola çekilerek, alnının sağıyla topu ters köşeye çok sert gönderen vuruşu bir balet zarafetindeydi.
Juventus'un başını ışık hızıyla kesen samuray kılıcı gibiydi.
Kameraların gösterdiği Fatih Terim'in yüzündeki gülümseyiş ise 100 bin voltluk patlamayı değil bir sanat figürüne ince zevk beğenisini yansıtıyordu.
Hakan'ın beyaz fanilasına yazdığı "Doğum günün kutlu olsun aşkım" mesajı güzeldi... Fakat o golle, Hakan da yeniden doğmuştur.
Hasan Şaş, Hasan Ünsal da salı gecesi yeniden doğdular.
Başta Sabri ve Ergün, hepsi mükemmeldiler.
.........
Galeano şöyle der: "Tango gibi, futbol da varoşlarda gelişmiştir. Para gerektirmez. İyi oynayabilmenin tek koşulu istektir."
Salı gecesi GS ve Türkiye istedi.
Kopardı aldı.