Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Harp Akademileri Komutanlığı’nın bahçesindeki davette askerden en üst düzeylerde izlenim yansıtayım. Özellikle "idam" konusunda.
Askerin üzerinden politika yapılmasını istemedik. Bunu da daha baştan açıkça söyledik."
Yani...
"Bu ülkenin hükümeti, Meclis’i var, ne gerekiyorsa onu yapsınlar. Silahlı Kuvvetler taraftır. Görüş bildirmez.
Yoksa...
Bir eğilim bildirseydik, bizim üzerimizden ve bizi ileri sürerek politika yapılırdı.
İdam cezasını kaldırsalar, ‘asker öyle istedi de ondan’ denirdi. İdam cezası kaldırılmasa, AB’ye dönüp ‘asker karşı çıktı’ gerekçesi öne sürülürdü."
Peki bir fikir ekseni yok mu?
Sezgilerim şöyle:
Silahlı Kuvvetler’in dorukları elbette çağdaşlık ve AB’ye tam üyelik yanlısı... Ama duyarlı konularda Türkiye gerçeklerini ve ulusal yararlarını gözeten formüller üretilmeli.
Örneğin idamın kalkması...
Avrupa’da idam için "savaş ve yakın savaş" istisna halinin de kalkmakta olduğu biliniyor. Yasalarında idam cezası hâlâ bulunan tek Avrupa ülkesi olmanın uyumsuzluğu değerlendiriliyor.

Elbette karar sivillerin, fakat, toplumsal vicdanı, camiayı da tatmin edecek bir hukuk düzenlemesi yapılmalı.
"Öcalan’ın, yaşamının son saniyesine kadar çelik bir kutuda kalacağı, hiçbir af ve ertelemeden yararlanamayacağı, Anayasa’ya değişmez hüküm olarak girerse..."
Belki.
İşte Meclis açılıyor.
MHP dışındaki 409 milletvekili, bu Anayasa değişikliğini yapabilir.
Kimse de gözucu ile orduya bakmasın.
AB’yi ıskalatmanın vebali çok ağır.
Ne askerleri, ne de başkalarını fatura adresi göstermeye kalkışmasınlar.

Âdettir... Kız aileleri, damat adayı subay için sorar:
"Yakayı kızartmış mı?"
Bu şifreli sorunun anlamı şudur:
"Kızımıza talip olan subay, Harp Akademileri’ni bitirmiş ve yakasına kurmayın kırmızı rengini takmış mı?"
Kurmaylık, orduda "doktora" yapmak demektir.
Girişi de, diploma alması da çok zordur.
İleride general olmanın ön vizesi gibidir.
Önceki akşam Akademi’den mezun olup yakayı kızartanlar için düzenlenen davet... Akademi’nin yemyeşil çimlerinde, pırıl pırıl giysileri içinde denizci, karacı, havacı yeni kurmaylar.
Yakayı o gün kızartmışlar. Dik, onurlu ve mutlu genç subaylar.
Yanlarında onları çok iyi temsil edebilecek, kendi kişiliklerini de hissettiren eşleri, nişanlıları, kız arkadaşları.
Çimlere konulmuş yüksek ayaklı masaların etrafında grup grup söyleşiyorlar.
Fotoğraf çekiyorlar.
Açık büfede yiyecekler, içkiler.
Neşet Ruacan ve arkadaşları müzik yapıyorlar.

Gruplardan bazıları birlikte fotoğraf istiyorlar.
Bazıları ile bu kız isteme ve yaka kızartma üzerine söyleşiyoruz.
Anlatıyorum... Osmanlının son dönemlerinde Afrika kökenli siyahi dadı, genç subay için kız istemeye gider.
Ona sorarlar:
"Rütbesi ne... Görevi ne?"
Siyahi dadı başlar ballandıra ballandıra anlatmaya:
"Aslanım, hem mülazım hem evveldir. Hem topçudur, hem yaver."
Yani genç subay mülazım - ı evvel (asteğmen) topçu sınıfından yaverdir. (Emir subayı)
Siyahi dadı, sanki her biri ayrı unvanlarmış gibi cilalıyormuş.
Oysa şimdilerde durum çok farklı.
Orada konuştuğum yeni kurmay subayların pek çoğu aynı zamanda birer mühendis. Kimi bilgisayar, kimi elektronik, kimi makine... Modern savaş teknolojik üstünlüğe dayalı.
Zenci dadıların ballandırmalarına gerek yok.
Harp Akademileri Komutanı Hava Orgeneral H. İbrahim Fırtına’yı bu görüntüler nedeniyle kutluyorum.
"Kendimi West Point Askeri Akademisi’nde gibi hissettiğimi" söylüyorum. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu da orduda eğitim düzeyini anlatıyor.
Ayrılırken zihnimde bir kara mizah: AB’yi ıskalatan kimileri genç olsalar ve kız isteseler ne cevap alırlardı?
"Kızımıza talip olan siyasetçiymiş... Yüzü kızarabilenlerden miymiş?"