Tek fotoğraf yüz binlerce gazete haberi, yorumu, kitap ciltlerinden daha fazla etki yapar.
Afganistan’ın karıştığı günlerde yeşil gözleriyle mahzun bakan küçük Afgan kızının fotoğrafı öyleydi.
Dalgaların Bodrum sahiline sürüklediği Suriyeli Aylan’ın küçücük cansız bedeni de “Suriyeli göçmenler dramının” simgesi oldu.
Gözlerdeki yaş damlası...
Yüreklere düşen kor ateş...
Vicdanlara sızı...
Boğazlarda düğümlenen acı hıçkırık.
İnsanlığın dip yaptığı an...
.........................
Aslında gazeteci için “zor karardı” o fotoğrafı yayımlamak.
Bir çocuk bedeni üzerinden tiraj sağlamak gibi bir suçlama tepkilerini çekmek riskini taşıyordu.
Ama...
Öte yandan da o hüzün yüklü fotoğrafı gazete sayfalarına, TV ekranlarına yansıtmanın bir büyük işlevi olabilirdi.
Dünya kamuoyunun görmeyen gözlerini nihayet açabilir, mühürlenmiş kalplere şok darbesi de olabilirdi.
İnanıyorum ki “sorumlu yayıncılığı” ilke edinmiş gerçek medyada yazı işleri toplantıları bu konuyu tartışmaya odaklandı.
Ve...
Dalgaların Bodrum sahillerine taşıdığı minik Aylan’ın cansız bedeni için “insanlığa son çağrı” görüşü ağır bastı.
Türkiye medyasından dünya medyasına yansıyan bu fotoğraflar bir anda gündemin doruğunu oluşturdu.
Özellikle Batı demokrasilerinde siyaset liderleri, STK’lar, kamuoyunun duyarlı damarları o fotoğrafla sarsıldı.
Kilitli kapıların bir ölçüde bile olsa açılabileceği umutları doğdu.
Örneğin...
İngiltere Başbakanı Cameron’un “minik Aylan’ın sahile vurmuş cansız bedeninin bir baba olarak kendisini nasıl etkilediğini” dile getirmesi.
Diğer Avrupa ülkelerinde de yönetimler üzerine kamuoyu baskısı hissedilir bir yükseliş halinde.
Elbette bunların hiçbiri minik Aylan’ı geri getirmez.
Daha yüzlerce, binlerce Aylan’ı da...
Fakat...
Dikkatler milyonlarca Suriyeli göçmenin hazin durumuna yöneldi.
.......................
Avrupa kapıları Suriyeli göçmenlere belki kontenjanlar genişletilerek biraz daha aralanacak.
Peki...
Bu yeterli mi?
İzmir’deki Suriyeli göçmenler kuruluşunun başkanı dün “Botlara doluşarak Yunan adalarına kaçmaya çalışanlarda azalma olmaz” diyordu.
Ve şöyle devam ediyordu:
“Bu ölümleri hepsi biliyor.
10 kişilik bota 20-30 kişi binerek gecenin karanlığında denize açılmanın tehlikesinin bilincindeler.
Fakat... Onlar zaten ölümle yüzleşerek Türkiye’ye geçtiler.
Arkalarında ölüm var.
Önlerindeki ise ölüm tehlikesine rağmen bir umut.”
.......................
Türkiye’de çaresiz iltica etmiş 2 milyona yakın Suriyeli büyük bir “insanlık” sorunu olduğu kadar “sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, dış politika” sorunudur da.
Ciddi bir “göçmen politikasını” gerektiriyor.
Seçim hükümetinde gözlerim bir “göçmen bakanını” aradı.
Örneğin...
25-30 yılını Birleşmiş Milletler göçmen sorunuyla ilgili uluslararası memur/yönetici olarak geçiren Metin Çorabatur gibi bir isim neden düşünülmez?