Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



İslamın kutsal kitabı Kuran'da, hukuki hüküm bildiren ayet sayısı 200'ü bile bulmuyor. O dönemin koşullarında ganimet paylaşımı, farklı inanç - düşünce yasağı, cihat, kısas, içki, hırsızlık, faiz, evlenme, boşanma, zina, miras, tanıklık gibi çok az konuyu düzenler.
Bunlardan bazıları da bizzat Kuran'da değişime uğramıştır. (Nesh edilmiştir.)
Bu kadar dar bir alandaki hükümlerin, 21. yüzyıl yaşamını düzenlemesi mümkün mü?
Kaldı ki... Hazreti Muhammed'in öldüğü gün yerine geçecek kişinin nasıl saptanacağına dair bir hüküm bile yoktu. Halife'yi şeriat değil, güç dengeleri belirledi. Şeriat Hukuku'nun diğer kaynakları olan Hazreti Muhammed'in söylemleri ve eylemleri (sünnet), İslam seçkinlerinin belirli konularda kararları (icma) veya başka konulara ilişkin söylemlerle ortaya çıkan hükümler (kıyas) ancak 600 yıl öncesine kadar toplumsal yaşamı düzenliyordu.
Hadisler ise, zaten Allah'ın duyuruları değil, kişilerin görüşleridir. Çoğu birbiriyle çelişkilidir.
Bunlar tümüyle, 21. yüzyılın yaşam kodlarını kapsayamaz.

O halde, bugünün tartışma gündemine zaman zaman sokulan, sokuşturulan şeriat tartışması, bütün siyasi koşullar sağlanarak, kapılar ardına kadar açılsa bile bir gerçeklik olarak mümkün değildir.
O halde, bu "mümkün olmayanı gündeme taşımak anlamsızdır.
Taşıyanlar, - genelde - kutsal duygulardan ve dini inançlardan rant bekleyenlerdir.
Diğer taşıyanlar ise laikliği, laikçiliğe dönüştürerek, sanki bir karşıt dini oluşturma yanlışına düşenlerdir.
Şeriat kavramını, tarihin sayfalarında ve inançların nostaljisinde bir değer olarak bırakmak doğru olanıdır.

Şeriatın karşısında laikliğin ön alması öncelikle sosyal ihtiyacın gereği olmuştur.
Türkiye'de laiklik süreci Osmanlı'da 1839 Tanzimat Fermanı ile başlamış, 1856 Islahat Fermanı ve 1876 Meşrutiyet'in İlanı ile sürmüştür.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i kuruşu ve laikliğin Anayasa'ya girişi, teokrasinin (devlet yönetiminin kurallara dayandırıldığı şeriat düzeni) geride bırakılışı, Osmanlı'dan devralınan birikim üzerine sağlanmıştı.
Halk, teokratik saltanat döneminde, savaşlar, yoksulluk, işgal edilmek gibi nedenlerle çok çektiği için, cumhuriyet ve laikliği bir reaksiyon olarak benimsedi.
Böylece hukuk gökyüzünden yeryüzüne indirilmiş oldu.
Ancak, yeryüzünde devleti yönetenler ve bürokraside takıldı... Yeryüzündeki halka da inmeliydi. Bu da ancak tam demokrasi ile mümkündü.
Demokraside gecikme, dinin bazen politikalar için kullanılması, Diyanet işlerinin devlet kurumu olması, Türkiye'yi, din ile devleti birbirinden kesin ayıran laik - demokratik aşamaya tam olarak vardıramadı.
Oysa, inananların, inanmayanların, farklı dinlerin, farklı mezheplerin en sağlam korunacağı kale demokrasidir. O kaleye de laiklik kapısından girilir.
O zaman, zaten ne şeriatçılık siyasi rant sağlar, ne de laiklik karşı bir dinmiş gibi görünür.
Laiklik, inanç anlamında, din alternatifli bir ideoloji değil, ama yönetim biçimi anlamında dinsel yönetimin alternatifidir. Demokrasiyle ergonom bütünlük oluşturur.
......
Yukarıdaki satırlar, - bazılarına kesin karşı olsam da - görüşlerinin büyük bölümünü paylaştığım Erdoğan Aydın'ın İslamcılık ve Din Politikaları kitabından izleri yansıtmaktadır. Türkiye'nin, doğrulara, demokrasinin yol haritasıyla erişmesinde önemli katkılarda bulunacağına inanıyorum.