Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



BBaharın posta güvercini gibi bir gün... Beyoğlu - Markiz'de 3 Kasım seçimlerden bu yana ilk kez Mesut Yılmaz'la karşılaştım. Yanında eşi Berna Yılmaz.
Birkaç yüz metre ötedeki Galatasaray Kongresi'nde oy kullananların çoğu gibi, Markiz'deyiz.
"Bir hafta sonraki yerel seçimlerde hangi partinin adayına oy vereceğini" sormadım. Tabiatını biliyorum. "Siyaset perdesini kapattığını" söyleyecekti.
Ama... "Özhan Canaydın'a mı, yoksa Mehmet Cansun'na mı oy verdiğini" sordum.
Cevabı: "Cansun'a" oldu.
Galatasaray Lisesi'nden dışarı çıktığım andan itibaren trafik polisinden tutunuz da, otomobil parkının kahyasına, G.S.'li genç kız ve delikanlılara
kadar çoğunluk "Cansun'a oy verdiniz değil mi?" diye soruyorlardı. Benim kişisel oyum bir yana - sandığa elimde tek liste ile gittim, oradakiler rengini gördüler - ama önemli olan, onların şu söylemleri idi:
"Galatasaray hiç bu kadar kötü duruma düşmemişti... Canaydın'la olmaz."
Galatasaray'da pozitif enerjinin simgelerinden biri olan Ergun Gürsoy'un bile "umutsuzluk boşluğunu" - yeterince - dolduramadığı izlenimini aldım.
Bu Galatasaray özelindeki örnekte, Türkiye genelinin de siyasal eğilim izahını bulabiliriz. Yani, "AKP'nin yükselişinin..."

Mehmet Cansun, Galatasaray için "bir kurtuluş mucizesi" olabilir mi?
Abartmayalım...
Ancak, 6 - 0'lık Fenerbahçe utancından tutunuz, Akçaabat önünde stadın baş önde terk edilişine kadar öyle bir "dram" süreci yaşandı ki, bu psikolojiyi yadırgamıyorum.
Tıpkı...
3 Kasım seçimlerinden önceki DSP - Anavatan - MHP yönetimindeki Türkiye'nin gerçekten bir felaket hali gibi.
En duyarlı konularda karar alınamıyordu.
Ecevitleri üzmek istemem... Hele sağlık konularında özenliyim... Ama, bir başbakan düşünün ki, 2 ay ev istirahatinden sonra sadece 1 saat makamına gitse, ulusal medyada "nihayet çalıştı" diye manşet oluyor.
Televizyonlarda konuyla ilgisi hiç olmayan coğrafya ve siyaset kelimeleri, komedi dizileri gibi tekrarlanıyor.
Ülke, cumhuriyet tarihinin en derin ekonomik krizine düşüyor.
Böyle "kabus" bir yönetimden sonra, daha kurulalı 7 ay henüz olmuş bir AKP'yi bile iktidara getirecek oy dalgaları kabarmaz mı?
Hem de içlere tam sinmese bile...
Markiz'de bunları konuşamazdık ki.
Ayrıca...
Yılmaz da, 3 Kasım öncesi özel söyleşilerimizde bu kaygıların çok daha fazlasını kendisi dile getirmişti.
"Türkiye'nin kurtuluşunu, AB üyeliği için tarih alınmasında" görüyordu. Siyasi kariyerinin ya da Anavatan misyonunun sonuna gelindiğini hissediyor ve iz bırakmak istiyordu. AB'ye üyelik sürecine yoğunlaşmıştı.
Galatasaray'a tekrar bir parantez açalım.
Galatarasaraylı olmak kültürü, artık "kucaklaşmayı ve seçilenin etrafında saf tutmayı" gerektirir.
Galatasaray'ın yüzüncü yılında tek bilek ve tek yürek olmalıyız.
Galatasaray yüzüncü yılında şampiyonluk kupasını kucaklamalı.

Türkiye geneline dönelim. Tarhan Erdem'in araştırmasının bir kez daha altını çiziyorum, "demokrasiye hayat öpücüğüdür."
Tsunami dalgası gibi yükselen ve Türkiye'yi kaplayacağı iddia edilen AKP oylarının karşısındaki dağınıklığa, aymazlığa bu araştırmayla bir şok dalgası çarptı.
Merkez ve Sol yelpazelerde, 3 Kasım seçimlerinden sonra bitkisel hayata geçmiş partilerin yüzer gezer oyları, en güçlü aday hangsiyse ona yönelebilir.
AKP'ye karşı gerçekçi bir "en iyi ikinci" eğilimi oluşmakta.
Genelde bu süreç CHP'ye yarar.
"Çok partili sistemden" geçtik... Hiç değilse "iki partili sistem" için demokrasiye katkıda bulunabilir.
CHP'ye ve hatta kimilerinin deyimiyle "Baykal'a rağmen" Tarhan Erdem'in araştırması Atatürk'lü laik demokrasinin "korunma bilincini oluşturmakta katkı yaptı" diyebiliriz.
Ama bunu da çok abartılı bir umut olarak not etmeyin.