Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Hikmet Uluğbay çocukluk arkadaşım. Okula gidip gelirken ideallerimizi konuşurduk. Onunki, Turgut Reis’in Afrika’daki türbesini buraya getirmekti.
Ulusal değerlerimiz ve varlıklarımıza olan özenini, sonraki yıllarda ekonomist, siyasetçi ve yazar olarak sürdürdü.
Canına kıyma girişimine kadar taşıdı bu duyarlığını.
Yayımladığı İMPARATORLUKTAN CUMHURİYETE PETROPOLİTİK kitabı da onun bu çizgisinin kilometre taşlarından biri.
Türkiye’nin Irak petrolleri üzerinde tarihten gelen haklarını bu araştırmasında sağlıklı bilgilerle yansıtıyor.
Dışişleri Bakanı Yakış’ın, Hürriyet’te Sedat Ergin’e "Musul ve Kerkük Petrolleri için tarihten gelen haklarımızı ve hukuki durumu inceliyoruz" açıklaması nedeniyle, Uluğbay’ın araştırması güncelleşiyor.

Daha önce bu köşede yazmıştım.
Önce İngilizler, sonra Almanlar Sultan Abdülhamit’ten, toprak altında tarihi eser araştırmak için izin alırlar. Asıl amaçları petrol aramaktır. Abdülhamit, bunu jurnalcilerinden öğrenir.
İkisinin de arama izinlerini iptal eder.
Açılan kuyulara ve tüm Irak petrollerine el koyar.
Hepsini Hazine - i Hassa’ya geçirir. Yani, kendi kişisel malvarlığına.
Anılarında da "gelirim yılda 500 BİN İngiliz lirasını buluyordu" diye yazmıştır.
Sonra İttihatçılar tarafından devrilmiş ve bu haklarını devlete devrettiğini bildiren belgeye imza attırılmıştır.
Son Halife Abdülmecit ise Irak petrollerini gene kendi kişisel varlığına geri almıştır.
Türkiye, Lozan Anlaşması’na oturduğunda hukuki ve tarihi durum işte böyle.

Lozan’da taraflar iki konuda anlaşamamıştır.
1- Musul ve Kerkük petrolleri.
2- Irak’ın sınırları.
Taraflar çözümü BM’nin anası olan Cemiyet - i Akvam’a bırakmışlardır.
Cemiyet - i Akvam çözüm bulamamış "taraflar aralarında anlaşsınlar" diye topu gene geldiği yere geri göndermiştir.
Nihayet, Türkiye, İngiltere ve Irak arasında 5 Haziran 1926 tarihli anlaşma imzalanmıştır.
O anlaşmanın 14. maddesi, 25 yıl boyunca Irak’taki petrolleri çıkaran ve pazarlayan Türkish Petrolium Kumpanyası gelirlerinin yüzde 10’unun Türkiye hükümetine verileceğini öngörmektedir. Sadece Türkish Petrolium’un değil, petrol ihraç edebilecek ortaklıklardan ya da kişilerden ve kurulacak yan ortaklardan da yüzde 10 gelir payı Türkiye Hükümeti’ne ödenecekti.
Uluğbay’a göre Türkiye, Irak petrolleri üzerindeki hakkını böylece sağlam kazığa bağlamıştır.
Daha sonra, Türkish Petrolium’u bütün hakları ve borçlarıyla, anlaşmalarıyla Irak Petrol Kumpanyası devralmış, hakkın özü sürmüştür.

Aynı gün İngiltere Büyükelçisi Lindsay, Türkiye Dışişleri Bakanı Aras ve Irak adına Nuri Sait Paşa arasında bir mektup teati edilmiştir.
Mektupta, "o gün imzalanan anlaşmaya dayanarak Türkiye’nin isterse bir yıl içinde Irak’tan toptan ve bir kerede ödenmek üzere 500 bin İngiliz lirası isteyebileceği ve Irak hükümetinin 30 gün içinde bu ödemeyi yapacağı" yolunda satırlar yer almaktadır.
Yıllardır, sanki Türkiye, yıllık paylarından vazgeçmiş ve bu 500 bin lirayı almış gibi uydurma yayımlar yapılmaktadır.
Oysa Türkiye böyle bir istekte bulunmamıştır. Irak’ın da 500 bin İngiliz lirasını bir defada ödeyerek yükümlülükten kurtulması söz konusu değildir.
Tam tersine...
Irak 13 yıl boyunca Türkiye’nin yıllık yüzde 10 payını ödemiştir.
Sonraları da bir kez DP döneminde ara verilmiş, sonra 1986’ya kadar bütçelerde "alacak kalemleri" arasında yer almıştır.
Özal, Irak’la dış ticareti geliştirirken, küçük bir miktarı bütçede alacak göstermeyelim jestini yapmış...
Ancak, hukuk açısından; Irak’taki tüm petrol haklarından vazgeçtiğimiz anlamına gelir mi?
Bunun yanıtı hukukçuların.
Ama Dışişleri’ne ya da güvenlik stratejisi üreten kurumlara "günaydın" mı demeli?
Bu inceleme çok önceden hazır olmalıydı.