Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

2 gece üst üste jetlerin vurduğu PKK kamplarından Hakurk‘a gitmiştim.
Gene jetlerle hava harekâtı sonrası, Genelkurmay’ın düzenlediği seyahate katılan bir grup gazeteci arasındaydım.
Bize o zaman Tuğgeneral olan basınla ilişkilerden sorumlu Hurşit Tolon (Balyoz davası sanığı olarak Silivri’de) bilgi veriyordu.
Önce Türkiye-İran-Irak sınırlarının kesiştiği köşeye indi helikopter...
Doğal bir kale gibi yükselen muazzam kayalık üzerinde binlerce mermi deliği vardı.
Çarpışmanın şiddetini sadece bu mermi izleri bile beyinlerimize nakşetmişti.
Buzul, kar, yağmur zamanla o doğal kale gibi kayalığı oyarak yılan gibi kıvrılan doğal yollar açmış. Korunaklı bir mevzi oluşmuş.
Yaklaşan helikopterlere PKK’lılar işte buradan karşı ateş açıyorlarmış.
Ama...
Kayaların içinde gene de fazla kalamamışlar.
O doğal mevzide sürünerek, kayarak kaçmışlar.
Sonra...
Helikopter daha ilerideki tepelere uçtu.
İndiğimiz arazide Hurşit Tolon Paşa sık sık parmağıyla 200-300 metre ötesinde bir yerleri gösteriyordu.
“Oralarda TSK’nın vurduğu cesetlerin olduğunu” söylüyordu.
İşaret ettiklerinin PKK’lı cesetler mi, toprak tümsekleri mi olduğunu tam anlayamadık.
Tolon Paşa “ağır koku burnunuza geliyordur” diye sürdürdü.
PKK’nın vandalca saldırılarına yaşamım boyunca karşı oldum.
İnsan haklarının en kutsalı olan “yaşama hakkını” kanla silmek yetkisi kimsede olamaz.
Yuvalı katliamında öldürülenlerin kefene sarılarak kerevette sıralandığını bunlar arasında kol kadar bebelerin de olduğunu görmüştüm.
Başka katliamlarına da olay sonrası tanık olmuştum.
Bir mezrada “biz çamurlu su içerken siz nasıl burada soğuk su içersiniz” diye söylem çekerek küçücük kulübedeki buzdolabını keleşlerle delik deşik ettiklerini de dinlemiştim.
Ama...
Kullandığı bazı sözcükler bizi rahatsız etti.
Bu tatsız bir anımı belki ileride yazarım.
Neyse...
Tolon Paşa da “yolumuza devam edelim. Size PKK’nın Hakurk kampını göstereceğim” dedi.
Tepelerden eğimli arazide Paşa’nın ardından yürüdük.
Yarım saat kadar sonra PKK’nın Hakurk kampına vardık.
Kamp dedikleri yer kır kahvesi gibiydi.
Taş ve tuğlalarla örerek “gümbet” şeklinde ilkel bir fırın...
En fazla 70-80 kişinin sığabileceği üstü dallarla, yapraklarla kapatılmış bir toprak zemin.
Fırında pişirilen ekmeği, anlaşılan biraz da katıkla burada yiyorlarmış. (Öğle vaktiydi, açtık)
Üstü dallarla ve yapraklarla örtülü olduğu için havadan tespiti zor...
İşte kamp...
Oraya çok yıllar önce gitmiştim.
Belki geliştirilmiş olabilir fakat ne kadar değişebilir ki?
.............................
Asıl önemli olan kampın daha jetler Türkiye’den havalandığında boşaltılmış olmasıydı.
PKK’lılar dağılmış, arazi olmuşlardı.
Bunu, oralarda yakalanmış bir PKK’lıdan dinlemiştik.
Çok gençti...
“Henüz çocuk” denebilirdi.
Sakalı bile yoktu. Çenesinde birkaç uzamış kıl, o kadar.
Sıskacıktı... PKK giysisi üzerinden sarkıyordu.
Toz toprak içindeydi.
Yere çömmüştü. Ürkek bakışları üzerimizde dolaşıyordu. Belli ki “bana ne yapacaklar” diye tedirgindi.
Titrek bir sesle, anlattı:
TC jetleri geliyor, dağılın, tehlike geçtikten sonra toplanırız emri verilmiş.
Diğerleri gibi o da kamptan uzaklaşmış.
Sonra kendiliğinden TC’ye teslim olmuş.
Yani...
PKK’dan firar...
O zamanlar SABAH’taydım.
Bu anımı yazmıştım.
“Hava harekâtında Türkiye sonuç almak istiyorsa bunun baskın olması, PKK’nın haber almaması şart” diye bir satırımı hatırlıyorum.
O nedenle son hava harekâtının sonuçları için ihtiyatlı olmak gerek.
Türk pilotlarının ustalıklarına daha F16’ların ilkinin uçurulduğu gösteride tanık olmuştum.
Kanlarının beyinden aşağılara, karın bölgesine çekilmesini önlemek için müthiş efor sarf ederek ıkınırken “G” çekerek vadiye dalışları ve hedef olarak gerilen çarşafa tam isabetle atış yaparak mermi gibi yükselişleri nefes kesiciydi.
Kandil’de ve diğer Kuzey Irak hedeflerinde hiç ıska yapmadıklarına eminim ama her şey onların ustalıklarına endeksli değil.
Harekât haberinin daha başlamadan dağlara uçurulmasını da onlar önleyecek değil.
Bu konuda Türkiye’ye istihbarat verenler çift taraflı da çalışıyor olabilirler.

Haberin Devamı

AHMET’E VEDA
SEVGİLİ Ahmet Çapa’yı toprağa verdik.
Kurduğu ve 30’uncu yılını sürdüren ŞAMDAN bir ekoldür.
İstanbul gecelerinde çıtayı yükseltmiştir.
Yabancıların Türkiye’ye gelmeden aylar önce rezervasyon yaptırdıkları 29, Etiler ŞAMDAN‘ın sahibi Metin Fadıllıoğlu (Meto), Ahmet’in ortağıydı.
Kardeşi Celal Çapa başta Galata’daki Liman Lokantası olmak üzere bir dizi seçkin mekân açtı.
İlk ŞAMDAN‘ın disk jokeyi Cüneyt’in kendisi de ekol.
Mehmet Tuna Etiler ŞAMDAN geleneğini sürdürdü.
Nişantaşı ŞAMDAN‘ı Ersoy başarıyla klas çizgide yönetiyor.
Şef Kemal yıllar sonra kendi lezzet mekânlarını hizmete geçirdi.
İnanır mısınız hâlâ 30 yıl önceki şef mutfakta lezzet üretmeye, 30 yıldan beri kapıda, serviste, barda aynı yüzler marka değerini korumaya devam ediyorlar.
Ahmet Çapa’yla çalışmamış olanlar bile onu örnek alarak kendi mekânlarında başarılı olmaktalar.
Ahmet’i ilk kez 1960’lı yıllarda bir yılbaşı gecesi tanımıştım.
Sonradan evlendiği sevgilisi Sermin’le gelmişti.
Sık sık eline ağzına götürerek, borazan sesini taklit ediyordu.
Nedenini sormuştum. Gülerek “Anıtkabir’de askerlik yapıyorum, izinli geldim” cevabını vermişti.
Ne sevimli adamdı. O gün başlayan dostluk neredeyse 45 yıldır sürüyordu. Cenazeden sonra dostlar ŞAMDAN’ın barında buluştu, onu andı.
Üzerine nur yağsın...