Bülent Ecevit'in "aktif politikayı bırakacağım" açıklaması stratejik bir şansı, Türkiye'ye ıskalatmış olan rötarlı karardır. Daha başbakanken, yerini kendi partisinden İsmail Cem'e bıraksaydı... Yahut olağanüstü kongreyle başkanlığa Kemal Derviş'in gelmesine siyasal rehberlik yapsaydı, Türkiye iki yıl önce seçimlere gider miydi?
Büyük olasılıkla hayır...
Bu saatten sonra artık DSP'den ne köy olur ne kasaba!
Seçimlerden, hemen sonra aktif siyasetten çekilen Mesut Yılmaz da, rötar yapmıştır.
Daha üçlü koalisyon sürerken yerini kamuoyunda ışığı olan bir isme bıraksaydı, bugünün iktidar kimliğinde AKP olmayabilirdi.
Geride öyle bir Anavatan bırakmıştır ki, artık, seçilmiş genel başkanı bile sırtından bu yükü atıyor.
Anavatan, artık tarihin arşivine gönderilmek üzere.
Yılmaz ve - özellikle - Ecevit, siyasal egoları nedeniyle momentumu kaçırmasalardı, yüzde 20'ye çekilmiş enflasyonuyla, şu dört din motifli terör dehşetini de yaşamadan Türkiye, henüz yeni yeni seçim arifesinde olacaktı.
Ecevit, o sıralarda çok ciddi sağlık sorunları içindeydi.
Başbakanlık görevi fiilen boşluktaydı.
Toplum "yönetilmiyoruz psikolojisinin" çukurundaydı.
Medya gündemini "Müjde... Başbakan bugün iki saat çalıştı" ya da "Merdiven çıkamayan Ecevit'e özel asansör" gibi haberler oluşturuyordu.
Türkiye, kendini bir ayağı çukurda gibi hissediyordu.
Bütün sıkıntıların faturası çalışamayan ve çalıştıramayan başbakana çıkıyordu.
Haksızlık da olsa manzara böyleydi.
Ecevit, artık siyasal yaşamın terminaline vardığını görebilseydi, bayrağı başkasına vermek için "siyasal mülkiyette" direnmeseydi, her şey çok farklı olabilirdi.
Türkiye tarihi bir şans yakalayabilirdi.
Ecevit koltuğa tutkallı olmamıştır.
Örneğin...
12 Mart 1971'de generaller muhtıra verdiğinde, CHP Genel Sekreteri idi. Genel Başkan İsmet Paşa, generallerin kurdurduğu hükümete, CHP milletvekili Nihat Erim'in başbakan olmasını ve CHP'den bu hükümete bakan vermeye "evet" demişti. Ecevit ise karşıydı. Ters düştüler, Ecevit Genel Sekreterlik'ten istifa etti.
İki yıl sonra, İsmet Paşa'ya karşı adaylığını koydu ve CHP Genel Başkanı seçildi.
İkinci istifası da gene askeri darbeden sonra olmuştu. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etmişti.
Sonra...
1987 Genel Seçimleri gecesiydi. TRT'de seçim haberlerini sunuyordum. DSP'nin barajı geçemediği belli olmuştu. Canlı yayında Ecevit ile konuşurken sormuştum: "Bu durumda DSP Genel Başkanlığı'ndan istifayı düşünüyor musunuz?"
Hiç duraksamadan cevap vermişti:
"Karar verdim. İstifa ediyorum."
Üç kez gözünü kırpmadan en pırıltılı koltuklardan kalkmayı bilen Ecevit neden bu kez koltuğu bırakmadı. Daha önceki istifalar siyaset kariyerinde daha görkemli dönüşleri için gerekli stratejik tavırlardı ve "dönüşleri muhteşem!" olmuştu... Oysa bu sonuncusunda artık perde bir daha açılmamak üzere inecekti... Belki de o nedenle.
Yahut... Ecevit, Fikret Bila'nın kitabında da yansıttığı gibi "kendisine komplo düzenlendiği" sezileriyle, başbakan kalmak için duygusal nedenlerle mi direndi?
Yoksa kendisinin o aşamada çok gerekli olduğuna içtenlikle inanmakta olduğu için mi?
Bunlardan biri ya da bir başka nedenle de olsa Türkiye onun direnmesi ve iki yıl önceden seçime sürüklenmesi yüzünden şu manzaraların yer aldığı çerçeve içine konulmuştur.
Bunların ötesinde, Ecevit'e büyük saygım vardır. Dürüst, gerçek aydın, fevkalade zarif, sade, sanatçı, usta siyasetçi, insani değerleri üst düzeyde bir simge isimdir.
Kaba sabalıkların, hödüklüklerin arasında çok farklıydı. Centilmendi.
Gözlerim ve gönlüm onu hep arayacak.