YILLAR boyu hapishaneler “depo” gibi görüldü. Tutuklular, hükümlüler birer “mal” gibiydiler!
Mahkeme kararıyla “mallar” hapishaneye...
Zamanı gelince tahliye kararı, “mallar” dışarıya...
Oysa hangi suçu işlemiş olurlarsa olsunlar onlar birer “insandır...”
Hatta...
“Bunlar insan olamaz” manşetleri atılsa bile...
O insanlar hapishaneler “insan onuruna” uygun bir yaşam ortamında cezalarını çekmelidir.
Ceza “işkence” olamaz.
YAZ aylarında doğada ormanlar, dam altında insanlar yanar.
Şanlıurfa hapishanesinde mahkûmların eylemi, yangınlar ve ölümler...
10 kişilik koğuşa
18 kişi tıkıştırmak...
40 derece sıcakta havasız bırakmak.
Türkiye’nin en büyük baraj göle sahip o coğrafyada günde sadece 4 kez 1’er saat su vermek.
Psikoloji bozulur...
Bozulmak ne kelime, “ekşir...”
340 hapishanede sadece 270 psikolog var, “aman aklınıza hâkim olun” demekle olmaz.
İçerde sıcakla yananların, alevlerde kavrulanların ailelerine kulak verin.
Yürekler dağlanır.
Mahkemelerin hali bir adalet karanlığıydı. Adalet saraylarıyla önemli adımlar atıldı.
Fakat...
Adalet saraylarına paralel hapishaneler de yapılmalıydı.
NÂZIM HİKMET’TEN SESLENİŞ
NÂZIM Hikmet’in hapishanede açlık grevinin 5’inci gününde yazdığı şiirden mısralar yansıtayım...
Kardeşlerim,
demek istediklerimi doğru dürüst diyemiyorsam
kusura bakmayın kardeşlerim,
azıcık sarhoş gibiyim, birazcık dönüyor kafam,
rakıdan değil
açlıktan hafif tertip.
.....................
Kardeşlerim,
ölmeğe niyetim yok.
Kardeşlerim,
biliyorum, yine de yaşamakta devam edeceğim:
Aragon’un mısraında olacağım
-gelecek güzel günleri anlatan her mısraında-
ve beyaz güvercininde Picasso’nun- ve Robeson’un türkülerinde
ve asıl
ve en güzeli
Marsilya dok işçilerinden yoldaşımın Muzaffer gülüşünde olacağım.
........................
Hapishanelerdeki tüm kader kurbanlarına, tutuklu milletvekillerine, gazetecilere Türkiye için hizmet etmiş insanlarımıza...
......................
İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınlarından “Nâzım Hikmet’in Açlık Grevi” başlıklı kitabından aldığım o şiire son bir cümleyle nokta koyuyorum.
“Millete verdiğim açık istidaya (dilekçeye) canımı pul yerine kullanıyorum...”
DAĞLICA ACISI
ŞEHİTLER ve yaralılarla gene kahrolduğumuz bir gün...
Kandil ağalarından Suriye asıllı Fehman Hüseyin buyurmuş.
Sınıra sıfır noktadan PKK saldırmış.
Bu ikincisi...
Fehman Hüseyin’in Suriye’deki Kürtlerinin çoğu hâlâ kimliksiz.
Suriye yönetimi nezdinde “yok” hükmündeler.
Bu temel insani haktan yoksunluğun yanı sıra kültürel, siyasi hiçbir hakka sahip olmayan Suriye Kürtlerini, çağdaş demokrasi düzeyini yakalama çabasındaki Türkiye’ye saldırtıyor.
Hem de dışardan gelen kumandayla.
Belki de Şam’dan...
Bir kesişme koordinatına daha işaret edeyim.
Türkiye’de ne zaman ki “demokrasi içinde Kürt sorununa çözüm getirecek girişimler” mesafe kazanıyor, anında toplum psikolojisini bozacak kanlı PKK saldırıları tezgâha konuyor.
Amerika’nın, Barzani’nin hatta Talabani’nin derinden yürüttükleri görüşmeler belli ki Kandil’le suları ısıttı.
Ve...
Bir de “Leyla Zana” çıkışı var ki bunu BDP Başkanı Demirtaş’ın çağrısıyla birlikte “geniş açıda” yorumlamak gerek.
Bunu ayrı bir yazıda işleyeceğim.
Şehitlerimize rahmet, ailelerine, TSK’ya, ulusumuza başsağlığı, yaralılarımıza şifa diliyorum.