Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Şu satırlar yazılırken Helsinki Zirvesi'nden aracılar, Ankara'ya uçmuşlardı.
Ve ilk değerlendirmeler:
1- Ankara Anlaşması'ndan 36 yıl sonra nihayet resmen "Avrupalı olduğumuz" bir kez daha açıklandı.
Bu önemlidir.
Çünkü...
Daha yakın zamanlara kadar "Türkiye, bir gün AB üyesi olmayı aklından bile geçirmemelidir. Bu imkansızdır. Özel statüsü olan bir Gümrük Birliği ile yetinmelisiniz" söylemleriyle dışlandık. İtelendik. Yaralandık.
Her şey bir yana, bize "sizi Avrupalı görüyoruz. AB üyeliğine adaysınız. Buyrun" çağrısı dahi onurumuzun onarımıdır.
"Al başına çal böyle adaylığı" söyleminde dahi, reddeden bu kez Türkiye olurdu.
Gene de Avrupalılığın tescili gerçekleşmiştir.
Avrupalı olmak ne demek?
Demokrasi, insan hakları, çağdaşlık, uygarlık, kültür demektir.
Hadiseyi sadece coğrafya ya da AB'nin üyesi olmakla ölçmeyelim.
Bu kültürün liginde görülmekte oluşumuz önemlidir.

Kırmızı balmumlu

2- Daha 2 yıl önce Lüksemburg'da dışlanan Türkiye'yi düşünün.
İlk kez bir aday ülkeye bildiri metni fakslanıyor.
Görüşü soruluyor.
Ayrıca...
Adaylığımızı ilan etmekle yetinmeyip, kabul etmemiz için en üst düzeyde iki temsilcinin Ankara'ya gönderilişi de önemlidir.
"Adaylığınızı reddetmeyin. Kabul edin. Bildirideki kayıtlar yanlış anlaşılmasın" mesajlarının en üst düzeyde temsilcilerle Ankara'ya getirilmesi, ilk yılda alınan mesafeyi gösteriyor.
Kayıtlar, şartlar can sıkıcı ama şu dibi kırmızı balmumlu davetiye de görülmeli.

Direkten dönmek

3- Helsinki Bildirisi'nde Türkiye'nin tam üyeliğe adaylığının açıklanmasına eklenen kayıtlar, Türkiye'ye dün öğle saatlerinde fakslandı.
Başbakan Ecevit ve Dışişleri'nin bazı kurmayları tepki koydular.
Hatta...
"Bize Yunanistan'ın koşulları dikte ediliyor" yorumları bile yapıldı.
Ret olasılığı belirmişti.
Devreye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz girdi.
Cem'in akılcı yaklaşımları etkili oldu.
Hava değişti.
"Adaylığı cebimize koyalım. Sonra bize koşulan şartlar konusunda tavrımızı açıklayalım.
Örneğin Kıbrıs konusunda, Londra ve Zürih anlaşmalarının Türkiye'ye verdiği garantörlük statüsü vurgulanır" formülüyle, daha olumlu bir bakış ağır basmaya başladı.
Türkiye'nin Helsinki Adaylık Bildirisi'ne ret eğiliminin direkten dönmesi için Demirel ve Yılmaz'ın etkili olduklarına da işaret etmeliyiz.

Standart ve ötesi

4- Lüksemburg Zirvesi'nde tam üyeliğe aday ülkeler için sadece Kopenhag kriterleri öngörülmüştü.
"Türkiye'ye çifte standart uygulanıyor" denebilir.
Gerçekten...
Aday ülkelerin sınır sorunlarını 2004 yılına kadar çözmeleri, eğer çözüm olmazsa, bu dosyaların Lahey Uluslararası Adalet Divanı'na götürüleceği yolundaki hüküm dikkat çekicidir.
Ama...
Sınır anlaşmazlığı olan sadece Türkiye ve Yunanistan değil.
Litvanya ve Estonya... Macaristan ve Romanya gibi başka aday ülkeler de var.
Üstelik...
Bu maddede Türkiye'nin adı anılmış değil.
Kıbrıs'a gelince...
Üyelik görüşmelerine kadar müzakerelerle bir çözüm oluşması, eğer bu gerçekleşmezse AB'nin Kıbrıs'ın tam üyeliğini - koşulsuz - karara bağlayabileceği hükmü, Yunanistan'a verilmiş bir ödün olarak görülüyor.
Ancak...
Bu karar alınırken, "bütün ilgili etkenler göz önünde tutulacaktır" söylemine de dikkat.
Yani...
Türkiye ile ya da KKTC ile hala büyük sorunlar varsa, AB, bunları da son karar öncesi dikkate alabileceğinin ihtiyati kaydını koyuyor.
Manevra alanını açık tutuyor.
Elbette bu formül de içimize tam sinmiyor.
Ama...
AB'den bir kez daha dışlansaydık, o zaman Kıbrıs ile tam üyelik görüşmelerini önleyebilecek miydik?
..............
Ne olursa olsun, kapının yüzümüze kapanmaması ve son sözün Ankara'da olmasını not edelim.


Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr