İmralı'daki dava başlamadan daha bir gün önce bile, içte ve dışta - genellikle - beklenti şöyleydi:
"Abdullah Öcalan, devleti suçlayacak.
Güneydoğu'da, güvenlik güçlerinin, yöre halkını ezdiği, boşalan köyler ve iç göç iddialarında bulunacak.
Dil, kültür, kimlik boyutlarında, Avrupa'nın katkısını isteyecek.
Kendisinin ağır koşullar altında bulunduğu yolunda imajlar çizecek.
DGM yapısına güvensizlik öne sürecek.
Kısacası...
Davayı - insanlık suçu - görüntüsünden, uluslararası politika platformuna kaydırmaya... Kendisini de - insanlık suçlusu - görüntüsünden çıkararak, politik dava sanığı haline getirmeyi hedefleyen bir savunma yapacaktı."
Omurga
Bu beklentiler ağırlıklı olarak gerçekleşmedi.
Tam tersine...
Öcalan, eskilerin deyimiyle
devlete biat yani bir zamanlar küçükseyerek
T.C. deyimini kullandığı
Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliğini benimsemek mesajını verdi.
Devlete hizmet etme şansını istedi.
Tutuklandığı andan itibaren işkence göremediğini, fiili ya da sözel bir hakarete uğramadığını
- kendiliğinden - söyledi.
Mahkemeye
- güven - bildiriminde bulundu.
İşte sürpriz buydu.
Artık kanın durmasını istiyordu.
Kendisine olanak verilirse, dağdaki
PKK'lıları indirebilirdi.
Ayrıca....
Sebep olduğu cinayetler nedeniyle, bütün şehit ailelerinden özür diliyordu.
Ve bütün bunları, hiçbir baskı olmaksızın yani kendi hür iradesiyle söylediğini vurguluyordu.
Gene de, bu sahneyi izleyenlerde çok zayıf da olsa oluşabilecek bazı kuşkularını, duruşmanın sonlarında
Öcalan'ın avukatlarından birinin konuşması giderdi:
"Müvekkilim Abdullah Öcalan, bu sözleri ilk kez söylemektedir.Sayın Başkan, yargıçlar ve dinleyenler, bu sözleri çok iyi değerlendirmenizi öneriyorum."
Yani...
Öcalan'ın ülkesi ve milleti ile bir, demokratik parlamenter
Türkiye Cumhuriyeti'ne biatı ve hizmet önerisi, hazırlanmış bir savunmanın omurgasıydı.
Kolektif
Ve ekranlara gelmeyen gazete sayfalarına yansımayan bir noktaya daha işaret edeyim.
Öcalan'ın savunması, avukatları tarafından,
Mahkeme Başkanı'na şöyle duyuruldu:
"Sayın Başkan, müvekkilimizin yapacağı savunmanın yazılı metnin, izin verirseniz kendisine iletilmesini talep ediyoruz."Başkan'ın onayı ile yazılı savunma avukatlarından alınarak, mübaşir tarafından kurşun geçirmez cam bölme içindeki
Abdullah Öcalan'a verildi.
Zaman zaman doğaçlama ile metinden ayrılsa da, okuduğu satırlar işte bu yazılı savunma, bireysel değil kolektif bir çalışmaydı.
Savunmanın omurgası, jurnalcilik yapmamaktı.
Kamuoyu
Buna karşın...
Davanın esası yani cinayetler, bölücü örgüt kurmak, ülkenin bağımsız bütünlüğüne kasıt gibi unsurlarda hukuki savunma yapılmadı.
Çünkü...
Her şey ortadaydı.
Öcalan, bütün suçu
"örgütün kurucusu ve başı olarak yüklendiği söyleyerek" bir yandan
PKK üzerinde kredisini biraz olsun sürdürmeye çalışıyor.
Öte yandan...
Verdiği acılar ve akıttığı kan için üzüldüğünü söyleyip, şehit ailelerinden özür dileyerek, kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.
Çünkü...
Kendisi ve avukatları biliyorlar ki, mahkemeler, yasalara ve kanıtlara göre karar verirler.
Hüküm, politik söylemle ve davayı politik zemine kaydırarak önlenemez.
Ama eğer mahkemeden
TBMM onayını yani politikacıların kararını gerektiren bir hüküm çıkarsa, o zaman
PKK'daki kredisini sürdürme çabası ve
Türkiye'de kamuoyu oluşturması çok önemlidir.
Bu arada...
"Şiddeti terkettiğini açıklayan" bu tutumun,
Batı kamuoyunu da etkileyeceği stratejinin bir diğer ayağı olabilir.
Abdullah Öcalan'a verilen rol budur.
Gerisinde kalan
"sansasyonel söylemler" hele bir kısmı örneğin
"Cumhurbaşkanı Demirel'in düğüne gitmesini önledik" ya da
"ordu adına bir albayla Avrupa'da temas ettik" gibi iddialar, güncel heyecanları besleyecek
Öcalan'ı daha bir ilgi merkezi haline getirecek dolgu malzemeleridir.
Bizim için önemli olan, ülkesi, milleti ile bir ve bütün, çağdaş, demokrat, uygar ve barış içinde yaşayan güçlü bir
Türkiye'dir.
Yazara E-Posta: gcivaoglu@milliyet.com.tr