Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Dün sabah, Abdi İpekçi'yi mezarının başında andık.
Duygu yüklü bir zaman kesitinden sonra, şimdi...
20 yıldır sorulan sorulara, belki küçük de olsa katkı umuduyla, birkaç satır...
Abdullah Çatlı'nın eşi Meral Çatlı'dan, geçen yıl Susurluk sonrası dinlemiştim:
"Abdi İpekçi'nin katil sanığı Mehmet Ali Ağca'yı nasıl tanıdığını" şöyle anlatmıştı:
"Başka bir isimle, Kadıköy yakasında bir apartman katı kiralamıştık.
Kaçak yaşıyorduk.
Birgün telefon çaldı.
Abdullah konuştu.
Kapattıktan sonra, bana 'Misafirimiz olacak. Birkaç gün bizde kalacak' dedi.
Hazırlığımı yaptım.
Beklenen misafir, geldi.
Daha sonra salona girdiğimde, eşim, uzun ve gür saçlı bir gençle konuşuyordu.
Mutfağa geçtim, çay hazırladım.
Salona yeniden dönüp çay ikram ederken, bir baktım geç adamın saçları kısa. Meğer, gelirken peruk takmış.
Mehmet Ali Ağca'ydı.
Gazete ve televizyonlardan, yüzünü çok iyi hatırlıyordum.
Eşimi dışarı çağırdım.
'O genç, Ağca değil mi?' diye sordum.
'Evet, çocuğu yaktılar' cevabını verdi."
Çatlı'nın bu sözleri iki türlü yorumlanabilir.
Belki...
"Onu tetikçi olarak kullandılar ve yaktılar" demek istemiş olabilir.
Ya da...
"Asıl cinayeti işleyen başkaları, ama onu konu mankeni gibi gösteriyorlar" mesajını vermiştir.
Meral Çatlı'ya göre, ikisi de olabilir.
Ağca, bir süre onlarda kalmış... Sonrası biliniyor.
Türkiye'den kaçırıldı.

Meral Çatlı'nın bu anlattıkları, Ağca ile konuşmamızdan 1 yıl kadar sonraydı.
İtalya'nın Ancona kenti hapishanesinde, Mehmet Ali Ağca ile karşı karşıya geldik.
İki saati aşkın süre konuştuk.
O sırada, Abdi İpekçi'yi öldürdüğünden kesin sayılabilecek kadar emindim.
Çelik masada karşıma oturduğunda, birden gözlerim ellerine ilişti.
Daha önce de yazdığım gibi, Abdi İpekçi'nin hayatını söndüren bu ellerin sahibi ile konuşamayacağımı hissettim.
Bunu, kendisine de söyledim.
Gerçekten...
Röportaj, çok zor ilerledi.
Odadaki hava, kurşun gibi ağırdı.
Mehmet Ali Ağca, "HAYIR... Ben vurmadım. Beni İpekçi cinayeti ile suçlayamazsınız.
Benimle böyle konuşamazsınız" diyordu.
Daha sonra, Meral Çatlı'nın anlattıklarıyla birlikte, o itirazları ve tepkileri düşününce, belki "Ağca konu mankeni. Asıl katiller başka" gibi bir kuşku oluşabilir.
Ama...
Çok önemli bir finale işaret etmeliyim.

Çekim bitmişti.
Artık, kamera dışı konuşuyorduk.
Ağca'ya, "Savunmasını gene de inandırıcı bulmadığımı... Cinayeti onun işlediği konusunda fikirlerimin değişmediğini" söyledim.
Bir an duraladı.
"Bizi değil, asıl bizi kullananları suçlayın" cevabını verdi.
Elbette, bu sözler de tam bir kanıt değil.
Fakat...
Tam bir "ret" ise hiç değil.
Bu sütunda hep yazmışızdır.
Ne savcıyız, ne de yargıç.
Kimse hakkında yargısız karar ve infazda bulunamayız.
Hatta...
Sevgili Abdi İpekçi'ye kıyarak, her türlü öfkemizin, tepkimizin hedefi olanlar bile...
Ayrıca...
Ağca'nın ilk yakalandığı günlerde, tv kameraları karşısında, açık açık "cinayeti kendisinin işlediğini itiraf ettiğini de" unutmayalım.
Bu itirafı, tüylerimiz ürpererek izlemiştik.
Gerçek şu ki, İpekçi cinayeti herhalde sıradan ve sığ bir ideolojik duygu cinayeti değil.
Arkasında, gölgeler var.
Sonraki yıllarda aramızdan ayrılan Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve diğerleri de, onların kurbanları değil mi?

İşte...
Barış Manço da göçtü. Gitti.
Sıradışı bir adam, usta sanatçı, üstün zekaydı.
Kelimenin dolu anlamıyla, duygulu ve "iyi" insandı.
Yaşamı ciddiye alır.
Nükte ve bilgelikle demlerdi.
Birkaç ay önceydi, onunla, en son maestro Yoel Levi'nin ve bazı orkestra sanatçılarının onuruna verilen yemekte yan yan oturuyorduk.
Birkaç ay önceydi.
Sağımda uzun saçları, dudaklarından çenesine inen kır bıyıkları, parmaklarındaki gümüş yüzükleri, ilginç bilezikleri ve güleryüzü ile Barış Manço...
Solumda ise, sanki Manço'nun bir bakıma kopyalanmışı ya da ikiz kardeşi Amnon Veinstein...
Onun da çenesine inen kır bıyıkları, her biri ayrı mesaj taşıyan gümüş yüzükleri, bilezikleri...
İkisi, Uzakdoğu felsefesine, yüzüklerinin ve bileziklerinin o felsefedeki ifadelerine uzanan hoş bir sohbete daldılar.
Barış Manço, belki de yazın, Amnon Veinstein'ın İsrail'deki keman yapım atölyesine gidecekti.
Dünyanın bu en değerli kemanlarını okşayabilecekti.
Ne yazık ki gidemeyecek...
Hangimiz ileriye dönük projelerimizin, programlarımızın menzili kadar yaşama sahip olduğumuza eminiz ki...
Manço'ya rahmet, onu sevenlere başsağlığı diliyorum.




Yazara E-Posta: g.civaoglu@milliyet.com.tr