Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Görüşmelerinin başlama kararı alındığında, "Türkiye'nin, AB ile Gümrük Birliği Protokolü kapsamına Güney Kıbrıs'ı da katacağı" güvencesi yazılı olarak verilmişti. Ancak bunun "Güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelmeyeceği" açıklanmıştı.Bu "koşul kaydı" AB yetkilileri tarafından da dile getirilmişti. Aslında... Bu kayıt, hukuka "tam uygundur" denemez. Çünkü... Objektif bir bakışla... "25 üyelik bir tüzel kişiliğe üye olmak isteyen ülke sizin 24'ünüzü tanıyorum ama 25'inciyi tanımıyorum" diyebilir mi?..................Bununla beraber Güney Kıbrıs, Türkiye ve AB üçgeni bir genellemenin objektif kurallarıyla tanımlanamaz.Özellikleri var. Şöyle ki... 1- AB, "garantör devlet olarak Türkiye'nin karşı çıkması halinde tam üye yapmamak" bildiriminde bulunduğu Güney Kıbrıs'ı tam üye olarak kabul etmiştir.2- Güney Kıbrıs'ın, egemen olmadığı Kuzey Kıbrıs'ı da kapsayan bir temsil yetkisini, kâğıt üzerinde var saymıştır.3- Tam üyelik için komşularıyla sorunlarını çözmüş olmak koşulunu uygulamamıştır...................Yani, objektif hukuk kurallarını hallaç pamuğu gibi atan AB'dir.O nedenle 17 Aralık'ta, Türkiye'ye tam üyelik görüşmelerinin başlaması için tarih verirken AB, Güney Kıbrıs'a "sesini çıkarma" uyarısında bulunmuştur.Şöyle de gerekçeler koymuştur masaya...1- BM devrede. Güney ve Kuzey Kıbrıs'ın birleşmesi için yeni girişimler başlatıyor. Bu bir geçici durumdur. 2- Gümrük Birliği Protokol kapsamına Güney Kıbrıs'ın girmesiyle AB'nin "tek pazar" ilkesi işleyecektir.3- AB'nin "tek aktörlüğü" engellenmiş olmuyor.4- Müzakere başlasın, takvimi ilerlesin. Bu arada tanınma süreci de ilerler.5- Tanınma sorununu, sorun yapma. Şimdilik Gümrük Birliği genişlemesiyle yetin....................AB böylece 3 Ekim müzakere tarihini geçirebilmişti. Türkiye'ye de "alçak profilden git" mesajı verilmişti. Yani... "3 Ekim'de müzakereler başlayacak, tam üyelik kesin... Güney Kıbrıs'ı da tanımadık, tanımayacağız" gibi çok yukardan konuşmalar yapılmasın. Türkiye karşıtlarının ayranını kabartmayın. Papodopulos'u da iç politikada zorlamayın. 3 Ekim'e yumuşak geçişle varın.....................Ancak... Türkiye'deki şahinler ve özellikle emekli diplomat/politikacılar bunun tam tersini yaptılar. Yaranın kabuğunu tırnakladılar. Sloganları "protokol imzalamak, Güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelir" oldu. Oysa böyle değildi...Hatta dönem Başkanı İngiltere Başbakanı Tony Blair de "protokolü imzalamak, güney Kıbrıs'ı tanımak anlamına gelmez" açıklamasını yaptı. "Bunu kayda yeniden geçirelim ama üzerine gidilmesin" mesajını verdi.Ne var ki... Türkiye'de "karşı" sesler gene de yükseliyordu. Türkiye, genişleme protokolünü imzaladı ama bir de "bunun kesinlikle Güney Kıbrıs'ı tanıma anlamına gelmeyeceği" yazılı açıklamasını yaptı. Yazılı açıklama hukuken -neredeyse- "mükemmel". Bütün olası açıkları tıkıyor.Ama... "Siyasi zamanlama" açısından düşündürücü.Bir anda Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olan Fransız Sarkozy'ye ve Alman Merkel'e gümüş tepsi içinde "koz" sunuldu. Bunu kullanacaklar. Ayrıca... Sıkışmış, yalnız kalmış Yunanistan Başbakanı Karamanlis tarafından bile itelenmiş, "oyunbozan" diye nitelenen Papodopulos, iki yanında AB'nin en güçlü iki devleti olan Fransa ve Almanya'yı destek olarak buluverdi.Ve böyle bir asisti değerlendirdi. AB'ye resmen başvurarak "3 Ekim 2005 müzakere başlama tarihinden önce Türkiye tarafından tanınmak" koşulunu bildirdi....................Şimdi soru şu:"3 Ekim'de görüşmelerin başlamasını Kıbrıs VETO edecek ve süreci tıkayacak mı?" (Tüneldeki lokomotifin farları) Yoksa yarın anlatacağım "constructive absence" formülü ile müzakereler açılır mı? (Tünelin ucundaki ışık) g.civaoglu@milliyet.com.tr 3 Ekim 2005 "tünelin ucundaki ışık" mı?.. Yoksa "tünelde karşıdan gelen lokomotifin farları" mı? Durum şöyle... 17 Aralık 2005'te Türkiye'nin tam üyelik...