Polise, “dağda PKK ile mücadele” görevinin de verilmesi, Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirildi.
Konu tartışılmakta.
İlke olarak birkaç aylık eğitimden sonra, gencecik çocukların hayatları, dağda geçen yıllar boyu çatışma deneyimine sahip PKK’lılarla karşı karşıya gelmeleri kolay savunulamaz.
Ancak...
Eğitim ve deneyim eksikliğine karşın askerin sayıca çokluğu da bir diğer ağırlıklı faktör. Çünkü PKK’lılar en fazla 20 kişilik gruplar halinde araziye dağılıyor. Daha büyük grupların gözleme takılmaları sakıncası var.
Ayrıca...
TSK’nın top, zırhlı ve helikopter, pilotsuz gözlem uçakları, uydu izlemeleri, gece görüşü, termal kamera ve diğer teknik donanım üstünlüğü de dikkate alınmalı.
Uçakların TSK timlerine havadan desteği de çok önemli.
Kaldı ki...
TSK’da PKK’ya karşı çatışmalara giren, “uzman profesyonellerin” sayısı az değil.
TSK’NIN SORUMLULUĞU
BİR de TSK yerine başka güçlerin “ikame” edilmesi gerekçesine eğilelim.
Polisin “özel” birimlerini oluşturmak ve dağa sürmek şu soruya çağrışım yapıyor.
“Asker misyonu yeterince yerine getiremedi de onun için mi alternatif bir polis gücü gerekiyor?”
Önce belirteyim ki, böyle bir yorum yanlıştır.
Türkiye ve Kuzey Irak’taki tüm PKK’ların sayısı 10 bin ise, TSK ortalama her 3 yılda bir bu sayıda PKK’lıyı “etkisiz” hale getiriyor.
“Çatışmalarda öldürerek, artık kırsala çıkamayacakları kadar ağır yaralayarak, esir alarak, silah bıraktırarak...”
Yani...
TSK her 3-5 yıl içinde tüm silahlı PKK’yı tüketmiş oluyor. Zaten istatistiklere göre PKK’lının dağda çatışmalar içinde hayatta kalma süresi 5-6 yıl, ortalama ölüm yaşı 26.
Bunlar da gösteriyor ki TSK kendisine yüklenen misyonu gerçekleştirmiş oluyor.
Ama...
Buna rağmen dağlardaki PKK’lı sayısı azalmıyor.
“Yok etmenin,” TSK jargonundaki söylemiyle “etkisizleştirilenin” yerini, dağ yoluna sapan yenileri alıyor.
Askere yardımcı olmak, destek vermek ya da çatışmaların ağırlıklı gücünü oluşturmak üzere kurulacak “yeni polis gücüne” de aynı görev yükleneceğine göre ne değişecek?
“Fasit daire” çapı, belki daha genişleyerek daha fazla sayıda “yok etmek” (etkisizleştirmek) mümkün olacak.
Fakat...
Yerine daha fazla sayıda dağa çıkan olacaksa “fasit daire” nasıl kırılır?
NAMLUNUN DA ÖTESİNDE ÇÖZÜM
DEMEK ki çözüm “namlunun ucunda” değil. Papandreou’nun cunta Yunanistan’ı ve sonrasını anlatan “Namlunun Ucundaki Demokrasi” kitabından esinlenerek “çözüm namlunun ucunda” pratiğinin yanı sıra, başka çözüm formüllerinin de oluşması gereğini işaret ediyorum.
Namlular misyonunu her 3-5 yıllık periyotta tamamlıyorsa, ama PKK’lı sayısı gene aynı kalıyorsa, demek bir önemli eksiklik var.
Namlu sayısını artırmanın ve böylece muharip gücün artırılması ötesinde “siyaset, diplomasi, demokrasi, insan hakları, eşitliğin vurgulanması ve her alana yayılması, kimlik ve kültür alanlarında radikal iyileştirmeler” dağa çıkan yolların trafik yoğunluğunu düşürür.
Bunları yapmanın içtenliği de önemlidir.
Güven psikolojisi inşa edilmelidir.
Kararlılık ve süreklilik hiç fay kırığı yapmamalıdır.
Elbette...
Kimlerin bundan rahatsızlık duyacakları, süreci kundaklamaya çalışacakları biliniyor.
Hukuk devletinin varlığı ödünsüz devrede tutularak, çizgi aynen sürdürülmelidir.
AB bekleme odasındaki 21. yy Türkiyesi bu kronik sorunu çağdaş toplumlar gibi çözmelidir. Orta Doğu’daki diğer devletlerden uygarlık farkı bunu gerektiriyor.
Cephedeki evlatlarımıza karargâh çadırından “sebep-sonuç” ilişkisi aydınlanmasıdır bu.