Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Olanları açık açık söylüyorum" diyordu. Üniversite öyle bir arı kovanıdır ki dilimizi çomak gibi içine sokarsak, binlerce arının öfkeli iğneleri batar.
Ne zaman YÖK yazısı yazsam, TV'de yeni yükseköğrenim yasa taslağı için konuşsam, parmaklarımı ve dilimi - insafsızca - sokarlar.
Büyük çoğunluk sessiz ve akılcıdır ama iki uçtan da azınlıklar, sanki kan davası güdercesine taraflı ve gözü kara saldırgandır.
Üniversite için konuşan "bitaraf olan bertaraf olur" söyleminin duvarına çarpar.
Ya bir taraftan, ya diğer taraftan olacaksınız!

Üstün Ergüder, "Kusura bakmasınlar, aklımda olanları açık açık söylüyorum" derken babasını anımsattı. Babası hekim general merhum Recai Ergüder, eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın özel doktoruydu.
Bayar, 27 Mayıs 1960 ihtilali ile devrilen DP'nin hükümet üyeleri ve milletvekilleri ile birlikte Yassıada'da tutuluyordu. Yargılanmaları(!) Yassıada'daki dehşetengiz Yüksek Adalet Divanı'nda sürüyordu.
Bu mahkeme hukuka açılmış bir "parantez"di. Orada ifade verirken tanıkların bile dizleri titriyordu.
Kıvıran kıvıranaydı.
Önünde ceket ilikledikleri bakanları, Başbakan'ı, Cumhurbaşkanı'nı anında satanlar sürüsüne bereketti.
Başı dik konuşan, doğruyu söyleyenler ise çok az.
O istisnalardan biri de Profesör Dr. Recai Ergüder Paşa'ydı. Mahkemede, Celal Bayar için yiğitçe bir konuşmayla tanıklık yapmıştı.
Bir olasılıkla bu konuşma yüzünden başına gelecekleri hiç takmaksızın sözlerini bitirdikten sonra, dönmüş, sert adımlarla öbür uçtaki kapıya yürüyerek salonu terk etmişti. (Hiçbir zaman DP sempatizanı olmadım ama, bu olay gerçekten etkileyiciydi. G.C)

Profesör Üstün Ergüder de, ekranda cesaretle konuşuyordu.
İki tarafın da hoşuna gitmeyecek şeyleri İsa'ya da, Musa'ya da yaranamamayı göze alarak, açıklıkla söylüyordu.
Örneğin - bazı kelime farkları olsa da - şöyle mesajlar veriyordu:
"Hükümet bu yeni yasayı aynen çıkarırsa, üniversitelerdeki 56 bin yöneticiden 23 bini değişecek. Nereden bulacaklar 23 bin deneyim birikimi olan üniversite öğretim üyesini?
Birkaç rektöre, yöneticiye kızıldı diye büyük çoğunluk gözden çıkarılamaz."
......
"Rektör, kendi rektör yardımcılarını bile seçemeyecek... Olur mu bu? Rektörü birkaçına kızıldı diye yetkisiz bırakmak çok yanlış.
Bir üniversite elbette kendi doçentlerini seçmeli. Üniversite yönetimlerine böylesine güvensizlik ve merkezi sınav, bir örnek üniforma gibi üniversiteler yaratır."
......
"Yeni kurulacak ve bölünmeyle oluşacak yeni üniversitelere, doğrudan Başbakan'ın önereceği iki adaydan biri, Cumhurbaşkanı tarafından rektör atanacak. Böyle demokrasi olur mu?"
.....
Bunlar, yeni yasanın gölgesinde hükümetin kucağına oturmaya hazır olanları elbette hop oturtup hop kaldırtacak laflar.
Ancak, hükümetle her türlü diyaloğa, birlikte çalışmaya karşı olan takımın kovanına çomak sokan mesajları da var:
......
"Hükümetle hiç diyaloğa yanaşmamakla, araya duvar çekmekle de olmaz.
Yükseköğrenim Yasası'nda eksikler, aksaklıklar yok mu?
Var.
Değişiklikler yapılmasın mı?
Yapılsın.
O halde doğruları birlikte üretmeliyiz."
Elbette bu diyalog sözcüğünün gölgesinde, yeni iktidara yaklaşmak, ona şirin gözükmek isteyen üniversiteden Truva atları yok değil...
Ama onları geçiniz.
Dün bu köşede "akil adamlar gereğinden" söz etmiştim. Prof. Ergüder, Prof. Tosun Terzioğlu gibi - uzlaştırıcı çabalarla daha çağdaş bir üniversite yaratmak isteyenler - onlardan bazılarıdır.
Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan ve artık 65 yaşını geçtiği için emekli olan Ergüder mi yeniden üniversite rektörlüğünü düşünecek? Bu yeni yasa çıksa da, çıkmasa da fark etmez... Çabasının arkasında bir kişisel kaygı yok.
Aracı olan TÜSİAD ise YÖK görevini mi üstlenecek?
Dün, gene bu köşede "Yeni yasa taslağı ile demokratik üniversite mi? Kargalar güler" diye yazmıştım. Kargaları güldürenler bu gerçekleri görmeli..