R. T. Erdoğan’ın Siirt’ten aday olup olamayacağı trajikomik hukuk gösterisine dönüşmekte...
YSK’nın kararında yorumlandığı gibi eğer 9 Şubat’ta Siirt’te yapılacak seçim, 3 Kasım 2002 seçiminin devamı ve tekrarı ise, Yargıtay Başsavcısı Kanadoğlu’nun öne sürdüğü gibi "seçmen listesi güncelleşmediği için, aday listesi de değişmez... Erdoğan aday olamaz... Sadece 3 Kasım’da yüzde 10 barajını geçmiş olan partilerin, yani AKP ve CHP’nin oyları sayılır" tartışması başlar.
Oysa son Siirt seçimlerinin iptal edilmesi üzerine Erdoğan’a seçilme yolunu açan Anayasa değişikliği "3 ayda yeni seçim yapılmasını" öngörmektedir. Bu durumda, Erdoğan’ın adaylığını koyması kesinlikle tartışma dışıdır. Buna karşılık, oyların sayımı için yüzde 10 baraj, sadece 9 Şubat’ta Siirt’te kullanılacak oylara uygulanacaktır.
Yani birinci durumda, Erdoğan’ın adaylığı tartışmalı, ama aday olabilirse seçilme olasılığı daha yüksek. Çünkü AKP ve CHP dışındaki partilerin oyları sayılmayacak. Burada Erdoğan için tek sürpriz, DEHAP’ın oy desteğini CHP’ye vermesi olasılığıdır.
İkinci durumda ise Erdoğan kesin aday olur. Ama, DEHAP’ın bastırmasıyla belki de seçilemeyebilir.
Daha başka hukuk labirentleri de var.
Ayrıntısına girmiyorum.
Ama hukuk, bir süredir hukuktan soğutuyor.
Hukuk eğitimi almış olduğumdan belki de... Bu duyarlılık bende daha da fazla.
Hukuktan soğutmayı hukukçulara bırakalım... Nasıl olsa bir karar verilecek.
Hukuk adına saptamam "tek kişi için çifte standartla konan engelin, tek kişi için Anayasa va yasa değişikliğiyle kaldırılacağıdır."
Dileğim... Hukuku onarırken, ileride gene onarımları gerektirecek yeni yanlışın yapılmamasıdır.
Erdoğan sürecinin siyasi ve demokratik boyutları, onun seçilmesini gerektiriyor.
Önce siyaset...
Bir demokrasi düşünün... Seçilmiş Cumhurbaşkanı, seçimle gelmiş hükümeti ve onun başbakanı var. Ama onların dışında seçilmemiş bir egemen kuvvetin, Erdoğan’ın gölgesi, devletin bütün kurumlarının üzerinde hissediliyor. Adeta kurumlar üstü bir güç.
Elbette hem çağdaş Türkiye’yi, hem Erdoğan’ı tenzih ederim ama böyle bir durumun altı çizilerek koyulaştırılmış görüntüsü, geçmişte İran’da vardı. Hiçbir siyasi sıfatı olmayan Humeyni son sözü söylerdi.
Türkiye’ye de Erdoğan’a da haksızlık olacak, böyle bir izlenimin eskizleri çizilmeden, gariplik giderilmelidir.
Taşlar yerine konulmalıdır.
Erdoğan, AKP’yi tek başına iktidar yapan 3 Kasım seçimlerinde birinci isimdir. Seçilmeli ve hükümetin başına gelmelidir.
Doğal olanı budur. Hükümete geçici gözüyle bakılmayacak, çift başlılık olmayacak bir yönetim, 2003 Türkiye’sinin ihtiyacıdır.
Abdullah Gül, gerçekten - biri ciddi - en az hatayla, sağduyuyla, siyasal olgunlukla Başbakanlığı sürdürüyor ama eğreti atın üzerinde olduğu düşünülmekte. Ayrıca...
Erdoğan’ın önüne yıllardır engeller konuyor.
Hapse sokuluyor. Davalar açılıyor.
Adaylığı geri çevriliyor...
Ve Erdoğan halk kahramanı Köroğlu gibi bir siyaset destanı yazıyor sanki.
Nedir... ne değildir görülmeli.
"Erdoğan başta olsa bütün bu sorunların üstesinden gelirdi... Bunu bildikleri için bırakmıyorlar ki adamın paçasını. Onu başbakan yapmamak için derin devlet, derin düzen her şeyi yapıyor" fısıltıları ancak, Erdoğan’ın başbakan olmasıyla biter.
Tevatür değil, hakikat konuşulur.
Bir söz vardır.
"Rütbe, kıymete göre olsaydı... Kaşın yeri gözün üstü müydü?"
Sadece siyaset değil, demokrasi gereği de Tayyip Erdoğan’ın kaş mı, göz mü olduğunu kanıtlamak hakkı vardır. Fikir ve söylem özgürlüğüne yasaklarla ve cezalarla, seçilme hakkı engellenemez.
Partisinin tek başına iktidar olduğu seçimlerde, adı oy pusulasının tepesinde marka gibi yazılı olan Genel Başkan, nasıl Meclis dışı bırakılır?
Kendi içimizde demokrasi sorgulaması yaparken ve AB’ye demokraside Kopenhag kriterleri uyum çetelesini tutarken, bu manzaranın izahı var mı?