KÜRT sorununda çözüm için Başbakan Erdoğan’ın eli kuvvetli.
Düşünün ki 10 yıl boyunca Menderes’in sonra Demirel’in burnundan getiren CHP “bu sorunda” omuz veriyor.
O kadar ki...
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “siyasi hayatımın sona ermesi pahasına çözümün arkasında olacağım” dedi.
Bunun tercümesi şudur:
“İç politikada oy hesapları yaparak, iktidar partisini çözüm çabalarını kullanarak açığa düşürme gibi ayak oyunları yapmayacağız.
Tam tersine...
Mutabık kalacağımız yol haritasında beraber sonuna kadar yürürüz.”
Türkiye’de “lider demokrasisi” ağırlıklıdır.
Liderler -sık sık kazan kaldırılan- CHP’de bile güçlüdür.
Bu nedenle verdiği çek “karşılıksız” değildir.
İktidar ve ana muhalefet partisi birlikte çizdikleri yol haritasında yürümek cesaretini gösterirlerse bu Türkiye’nin şansı olur.
Meclis’teki nitelikli- oy çoğunluğunun yanı sıra toplumun büyük çoğunluğunun “ana akımını” temsil ederler.
TABANIN SESİ
BU ana akımı toplumun derinlerinden kaynaklanan duygular da besliyor.
Siyasetin dışında, hatta “baskın” siyasete rağmen toplumu yürek atışının yansımasıdır bu.
Türk, Kürt herkesin/ hepimizin içimiz kanıyor.
“Kanın durması PKK/KCK uzantısı radikallerin marjinalleri dışında -ortak dilek-...”
Leyla Zana’nın “çözümü Başbakan Erdoğan’ın gerçekleştirebileceği kanısındayım” söylemi bu nabız atışının simgesidir.
BDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın şu ifadesi de aynı doğrultuya yakın:
“PKK silahları sussun, güvenlik güçlerinin operasyonları dursun...”
Bu söylemler başka mercekte bakılarak araştırılmalı.
Aşağıda böyle bir yaklaşım yapacağım.
Bu bir “zaman döner, sap döner, keser döner” durumudur.
Bir zamanlar Meclis kürsüsünde Kürtçe yemin ettiği için hapishaneye konan, milletvekilliği düşürülen Leyla Zana’nın siyasetteki “yeni adres oluşunu gösterir.”
İMRALI’DA ZANA FOBİSİ
LEYLA Zana’nın “Erdoğan çözebilir” ve “çözüm kuvvetli yerel yönetimledir” çıkışı ses getirdi.
Yankıları gündemin ilk sıralarına yerleşti.
Peki neden bu “farklı ses...”
Hidayete eriş mi?
Önce biraz geçmişe uzanmakta fayda var.
Leyla Zana Batı demokrasilerinin “yükselen yıldızıydı.”
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi Zana’yı alkışlıyordu.
Ona “barış ödülü verilmesi” konuşulmaktaydı.
Kürt siyaseti yapan partilerin lideri konumundaydı.
İmralı’da “unutulmak” ve “gücünü büsbütün yitirmek” kaygısı içindeki Abdullah Öcalan bu durumdan huzursuzdu.
Popüler kültür jargonuyla “Zana’dan kıl kaptığı” söyleniyordu.
Leyla Zana’nın “muhatap konumuna yükselmekte olduğu” İmralı’ya rahatsızlık veriyordu.
“Leyla Zana fobisi” onun adının çizilmesini beraberinde getirdi.
Uzun süre geri planda kaldı.
Ve...
“Kürt sorununa çözüm” için derinden ve sessiz dirsek temasları yoğunlaşırken bu süreçte devreye Barzani, Talabani ağırlık koyarken, ABD ışıkları yanarken bir yandan da “muhatap” aranmaktaydı.
Meclis’te “partiler arası bir komisyon” ve Meclis dışında “Akil Adamlar Grubu” kurulması fikrine sıcak bakış ortak payda yaratıyordu.
Peki muhatap kim ya da kimler olacaktı.
Kürt kamuoyunda güvenilir adresler gerekliydi.
“OSLO görüşmeleri patladıktan sonra” ve “İmralı/Kandil ikilisi sürdürülebilir müzakere vasfını aşındırınca” bu boşluk daha da fazla kendini hissettiriyordu.
Leyla Zana’nın çıkışı bu ihtiyaçla örtüşen bir zamanlamadır.
Seçtiği çözüm formülünde uçlara gitmeyen ve “Başbakan Erdoğan ile diyaloga açık olduğu” mesajını veren Leyla Zana aranan adres olabilir.
Ama...
Tek başına olmadığı, temsil gücünün varlığı da görülmesi koşuluyla.
Bir diğer soru işareti de şudur:
“Zana bu çıkışını sadece kendi zamanlamasıyla mı yaptı?
Yoksa...
Arkasında başka güçler de var mı?”
Ne olursa olsun olumlu bir gelişmedir.
Demokratik çözüm için her inisiyatif desteklenmelidir.
Kürt sorunu Türkiye’nin ajandasında birinci maddedir.