REAL Madrid maçının devre arasında telefonumu sessize aldım.
Titreşimini bile duyamayacağım uzak bir köşeye koydum.
İçime mi doğdu?
Hayır.
Galatasaray yaş ortalaması yüksek.
İkinci devreyi diri çıkartacak fiziki gücü yok.
Hele Drogba da sakatlanıp çıkınca, 2’nci 45 dakika dramını öngörmek için “futbol dehası” olmaya gerek yoktu.
Fenerbahçeli dostlardan gelecek telefonlara karşı “sessize alarak” kendimi korumaya aldım.
Mesajları okumayı ise bir sonraki güne bıraktım.
Real Madrid’i devirerek süper kupayı aldığımız maçta Monaco Stadı’ndaki tribünlerdeydim.
Maç sonrası da Savarona yatındaki kutlama partisine katılmıştım.
Yüzümdeki sakalın miladı o gündür.
Üstelik daha yenilerde Real Madrid karşısında yüzakı yaşamışken 6-1 çok fena acıttı.
OYSA...
TOP SEVMEZSE
Aslanlar iyi başlamıştı.
İlk 30 dakika Real Madrid, Galatasaray kalesinde görünemedi bile.
O ilk 30’da kaçırdığımız goller “top bizi sevmedi” dedirtecek şanssızlıklardı.
Elbette 1,95’lik Real Madrid kalecisinin uçarak kurtardığı Melo füzesinin de hakkını vermek gerek.
Top bize biraz olsun kalbini verseydi aslanlar birinci devre sahadan galip ayrılabilirdi.
Tabii...
“Teyzemin tekerlekleri olsaydı, otomobil olurdu” gibi bir teselli.
Fakat...
İkinci golle birlikte Galatasaray ipi kopmuş tespih taneleri gibi dağıldı.
Ve...
Hiç toparlanamadı.
İsimlere, oyuncu değişikliklerine hiç girmiyorum.
Ama...
En iyi günlerinde olmasa bile bir “Real Madrid gerçeği” yeşil sahaya mühür vurdu.
Dünyanın en pahalı futbolcusu Ronaldo sürati, çalımları, güçlü fiziği, raket gibi kullandığı ayakları ve mermi misali şutlarıyla futbolda “tek adam” şovuydu.
Bu adama da sert giriliyor, sert yapılıyor ama hiç oralı değil.
Silah işlemeyen terminatör gibi hedefine ilerliyor.
GALATASARAY VE MİLLİ TAKIM
Sakatlanmıyor.
Galata-saraylı olmasam bu gösteriyi zevkle temaşa ederdim.
Oysa...
Sinirden titriyordum.
Bizim kağıt helva gibi savunma da, sanki Real Madrid’e gol sunan tepsi gibiydi.
FATİF Terim Milli Takım’a da “patron” olunca doğrusu gurur duymuştum.
Türkiye futbolunda bir “ilki”, bizim aslanlardan biri (en büyüklerden biri) yaşatıyordu.
Hem Galatasaray, hem dostum Fatih Terim adına göğsüm kabarmıştı.
Kalbimin aklı böyleydi de...
Aklımın aklı basmıyordu.
Ne Milli Takım’ın hocalığı “ek iş” olabilir.
Ne de Galatasaray hocalığı “fazla mesai!..”
İkisinin de büyüklükleri ile örtüşmüyor.
Galatasaray Divan üyesiyim.
Divan üyeliği en az 30 yıl kongre üyeliği şartıyla edinilen bir onur. (Bizden sonra 25 yıla indi.)
Gene de bana “önceliğimi” sorsalar:
“Milli Takım mı, Galatasaray mı?”
Cevabım “Milli Takım” olur.
Fatih Terim’in hangi duygularla Milli Takım hocalığını da kabul ettiğine -bu nedenle- “empati” yapabiliyorum.
Fakat...
Bu böyle devam etmeli mi?
O konuda Galatasaray’ın “s.o.s” veren son maçları işaret fişekleridir.
Dünyada böyle bir örnek var mı?
TAKVİM
Mourinho hem Chelsea, hem İngiliz Milli Takımı’nı çalıştırabilir mi?
Ya da...
Guardiola, Bayern Münih’in yanı sıra Alman Milli Takımı’nın hocası olabilir mi?
Bir başka örnek...
Real Madrid’in hocası Angeletto’nun omuzlarına bir de İspanya Milli Takımı’nın da hocalığı yüklenebilir mi?
FEDERASYON’UN Milli Takım için çok hassas ve zor bir döneminde Fatih Terim şansını kullanmasını anlıyorum.
Nitekim...
Alınan son iki sonuç, Federasyon’un “akılcı ve doğru hamle yaptığını” kanıtladı.
Ayrıca...
Yukarıda da yazdım “Milli Takım önceliğimdir.”
Ama...
Ne zamana kadar böyle sürdürülebilir?
Her iki misyon da “ek iş” olamayacak kadar önemli.
İnşallah Milli Takım’da bir mucizeye tanık oluruz.
Brezilya yolu açılır.
Fakat...
Galatasaray da Türkiye’yi temsil eden “vitrindeki takım.”
Yürüdüğü kırmızı halı ayaklarının altından kaymamalı.