Bir film izledim, bu "futbolcu çağın gladyatörüdür" söyleminin altı çizildi. İngiltere maçı için düşüncelerim değişti.Ayaklarımı bizim Milli Takım oyuncularının kramponları içinde farz ettim. Buz kestiler... Sırtımda taşısaydım diye düşündüğüm ay yıldızlı forma ateşten gömlekti.8 - 0 yenildiğimiz İngiltere Milli Takımından, sadece rövanş almak değildi sorun... Şimdiden galip olarak ilan edilmiş bulunmaktı.Bahis şirketleri tarafından da "favori" gösterilmekti.Tribünlerdeki 55 binin, "televizyon ekranları başındaki milyonların beklentisi de" galibiyet.Böyle bir yük nasıl taşınır?Eğer onlar birer profesyonel, böyle şeylerden etkilenmezler... Çıkar sahaya oynarlar... Profesyonelliğin gereği budur diye düşünülüyorsa yanlış...Bunu, yazının başına koyduğum "bir film izledim..." kelimeleriyle vurguluyorum. Futbolcu, çağın gladyatörü. Kılıcın yerini krampon almış... Aslanın yerini top... Arena ise yeşil saha ve tribünler. Top, çağın gladyatörünü taçlandırır da, parçalar da... Filme gelince... Adı "Eski açık sarı desene..."Galatasarayın son iki yıldaki tüm maçları öncesinde soyunma odaları, maçlardan ilginç anlar, antrenmanlar, kamplar... Terimin, taktik konuşmaları, çizimleri.Kaptan Bülentin, maça çıkmadan önce ve maç aralarında, arkadaşlarına yaptığı ateşleyici konuşmalar, "yüreğinizi koyun" çağrıları..Birinci devre sakatlık geçirenlere yapılan tedavilerde, acı ile kasılan yüz kasları, kitlenen çene kemikleri ve o halde ikinci devre sahaya çıkış. Fatih Terimin etrafına kenetleniş, omuz omuza kurulan çembere hocanın tüyler ürpertircesine "Allah yardımcınız olsun... Haydi haydi" diye haykırışı. Futbolcularının "haydi, haydi " diye yankı vermeleri..Galibiyet sonrası soyunma odasında kucaklaşma kümeleri. Yenilgi sonrası hüzün. Eski açık sarı desene Ayşe Armanın, bu filmin yönetmeni ve fikir babası Ali Kazma ile söyleşisini okumuştum."Çağımızın gladyatörleri" diye yazmıştı, futbolcular için.Akıp giden karelerde gerçekten gladyatörlerin izleri vardı. Soyunma odasında, kramponların hazırlanışı... Ayaklara, bacaklara sımsıkı sargılar... Masajlar... Özenle giyinişler... İleri geri volta atışlardaki elektrik... Aynı kaderi paylaşacak olmanın duygusallığı içinde kucaklaşmalar.Bir buçuk saat sonra alkışlanmakla, ıslıklanmak... Oyunu, sonuna kadar götürebilmekle, hoca tarafından yedek kulübesine alınmak arasındaki gel git hareketlerinin tam eşiğinde derin bir soluk almak... Sonra çıkış tünelinin ucundaki "dibe vurmak" ile "tavan yapmak" kaderine adım atmak...Zafere imza atan adam ya da çöküşün sorumlusu olmak.Bir tek hareketle, arkadaşlarını, tribünleri, Türkiyeyi kanatlandırmak...Tek bir hareketle hepsini çökertmiş olmanın sorumluluğu altında ezilmek.Bütün bunları gördükten sonra şöyle düşündüm."En profesyonel olan, maç öncesi ve sonrası duygularıyla, sahada ise topla yaşayandır." Topla sevişmek Filmde eksikler yok mu?Var elbette.Örneğin... Kamp yaşamından özel görüntüler az. Yolculuk görüntüleri de öyle. Arifin, antrenmanda topu köşeden ağlara taktıktan sonra "Golü hangi köşeden yapacağını söyleyerek bir Beckham vurur, bir de ben" söylemi gibi başka ne çok görüntüler olabilirdi.80 bin kilometre yol, 250 kilometre çekim, 1000 saatlik bilgisayara kayıttan, elbette daha iyi bir dokümanter çıkar.Ancak "en iyi, iyinin düşmanıdır."Ali Kazma da "iyi" iş çıkarmış."En iyi" uğruna akademik yıllar tüketilmemiş.İzleyenlerin gözüne farklı bir çift mercek takılmış.Futbolcunun boynuna "artık sadece para düşünüyorlar" hükmünü asanlara, derin futbol dünyasından bir tekzip bu film.Hiç kuşku yok, Fenerbahçe, Beşiktaş ve diğer kulüplerin saha ötesinde bu yürek atışları var.Hele Milli Takımda!Sizlere inanıyorum."Allah yanınızda. Haydi, haydi.." g.civaoglu@milliyet.com.tr En iyi, iyinin düşmanı