Uzun, incecik, uçar gibi yürüyen bir genç kız. Üstünde, sade, şık bir poplin bluz. Eteği rüzgarla dalgalanıyor. Ayaklarında o yılların modası balerin mokasenleri... Bir genç adamın elini tutmuş. O da uzun boylu, güneş yanığı yüzlü... Beyaz bir gömleğin kollarını kıvırmış. Pantalonu açık renk, ütüsüz. Rahat mokasenleriyle uzun adımlar atarak yürüyor.
Genç kız da arada bir koşar gibi hızlı adımlar atarak ona yetişmeye çalışıyor.
Ne konuşuyorlar, bilmiyoruz.
Ama kahkahaları duyuluyor.
Arkalarında mavi denizle dudak dudağa kırık beyaz renkli kumsal...
Kapısında T.C. Nikah Dairesi yazılı binaya giriyorlar.
Daha önce gün alınmış, saati belirlenmiştir.
Evleneceklerdir.
Nikâh memuru, hiç alışkın olmadığı bu spor giysiler içindeki genç çifte bakar...
Ne kravat, ne papyon, ne laciler.
Ne gelinlik, ne duvak.
Ne çiçek...
Ne şeker...
Ne davetli...
Sorar: "Şahitleriniz de mi yok?"
Gençler gülerler. En doğalı buymuş gibi bir sesle ve vücut diliyle "Yok" derler.
Nikâh dairesinden iki görevli bulunur.
Belki bir odacı, bir temizlikçi...
Onlar, genç çiftin nikâh şahitleri olurlar.
Nikâh kıyılır.
Gençler, "evlenme cüzdanlarını" alıp, geldikleri gibi gene el ele, binadan çıkarlar.
Kumsala gelince ayakkabılarını çıkarıp ellerine alırlar.
Yürüye, zıplaya, bir soyunma kulübesine girip, üstlerindekileri çıkarırlar. Mayolarını giyerler.
Çantalarını havluların üzerine bırakarak, el ele, denize koşarlar.
Denizde oynaşırlar, yüzerler, mutlu çığlıklar atarlar.
Bu anlattığım öykü değil, gerçek yaşamdan kesittir.
Yıllar önce Akçakoca sahil kasabasında yaşanmıştır.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde genç bir asistan olan Deniz Baykal ile Antalya Lisesi'nden büyük aşkı Olcay, böyle evlenmişlerdi.
Can Dündar'ın "aşklar" dizisine önerimdir...
O nikah günü çektirdikleri fotoğrafı gördüğümde, Almadovar'ın "Bir aşk hikayesi filmi senaryosu, böyle başlayabilir" diye düşünmüştüm.
Portekiz Fado müziği notaları gibi yürekleri esir alan görüntüler.
Seçimlerden sonra tartışılıyor. "Baykal hala neden koltuğa yapışmakta?
İstifa etmek için daha ne bekliyor?
Tüzük zırhına sığınmak yakışık alıyor mu?"
Ve şöyle açıklamalar yapılıyor:
"CHP seçim kaybetmiş, kazanmış umurunda değil.
O Ana Muhalefet Partisi olarak protokolde başbakandan sonraki yere sahip.
Atatürk'ün kurduğu partide genel başkan.
Atatürk'ün sıfatını sürdürüyor.
81 ilde örgütü var.
Makam otoları, makam odaları, sekreterleri var.
Her yerde ağırlanıyor.
Gereğinde özel uçakla, helikopterle seyahat ediyor.
Bu saltanatı bırakmak istemiyor.
Mesut Yılmaz da böyle değil miydi?"
Dış görüntüler ve Baykal'ın seçim sonrası yaptığı "Sonuçlar CHP için başarıdır" açıklaması, böyle düşündürüyor olabilir.
Ama Deniz Baykal'ı tanımamak demektir.
O nedenle "Akçakoca'daki evliliği" hatırlatma bağlamında yansıttım.
Baykal'ın doğasında "hedonist" tutkular yani, kısa tanımıyla zevk - sefa - saltanat bağımlılığı olmadığını göstermek için...
Peki Baykal'ın "hiçbir şey olmamışçasına devam" tavrının izahı?
Bilemiyorum.
"Güvenoyu Kurultayı'na bile neden gitmiyor?"
Oysa...
Yıllar sonra anlatılabilecek bir "Akçakoca farklılığı" örneğini bu kez siyasette de verebilecek kumaşa sahip...