Bugün Geçen hafta, telefonda bir erkek sesi... Benimle konuşmak istediğini söylüyor.Sekreterim, "Burada yok ama not alayım, kim arıyor?" diye soruyor.Cevap, "İsmimi vermeyeyim. Bir okuyucusuyum. Devamlı okurum" oluyor. Konuşma şöyle sürüyor:- "Konu nedir?"- "Güneri Bey oruç tutuyor mu, tutmuyor mu?"- "Neden soruyorsunuz?.. Yazılarıyla orucun alakası mı var?"- "Var tabii... Burada arkadaşlarım, 'Oruç tutuyorsa oku, tutmuyorsa okuma. Yoksa günah işlersin' diyorlar."Bunun üzerine telefon kapanıyor. Okuyucu olduğunu söyleyen kişi yeniden arıyor. Bu kez "Ben arkadaşıyım, Güneri Bey'le konuşmak istiyorum" diyor.Sekreterim, "Sesinizi tanıyorum. Birkaç dakika önce aramıştınız zaten" diye oyununu bozunca, arkadan başka sesler geliyor...- "Sor. Oruç tutuyor mu, tutmuyor mu?"Bunun üzerine telefondaki ses, soruyu tekrarlıyor.Telefondaki tatsızlık, "Güneri Bey'in özel hayatıdır. Bu konuda bilgi veremem, sizleri de ilgilendirdiği kanaatinde değilim, başka bir isteğiniz varsa söyleyin" sözcükleriyle noktalanır..............................Şu telefon konuşması, "mahalle baskısı" uyarısının bir örneğidir."Tek olay ile nasıl genelleme yapılır" diye sorgulamak mümkün, ama özellikle 22 Temmuz'dan sonra o kadar çok "tek olay" yaşanıyor ki...Namaz saatinde otobüs durdurmak "tek olay". Namaz saatinde mola vermeyen otobüs şirketlerine binmemek "tek olay". Boğaz'daki lüks restoranda siyasetçinin "Namaz kılacağım. Buranın mescidi yok mu" sorusu "tek olay". Fatih'te bir markette içki reyonunun, beyaz kâğıtla perdelenerek gizlenmesi "tek olay".Mitoz bölünmeyle sürekli çoğalan ve sosyal dokuya yayılan "tek ... tek... tek olaylar..." Belki de abartılı bir kaygı... Ancak... Tribünlerdeki Meksika dalgasını gözünüzün önüne getiriniz... Aynı tavrın tekrarlanması değil midir?Kaygım iki yönlü ve o nedenle katlanıyor.Meksika dalgasının bir de karşıt olarak hareketlendiğini ve ikisinin bir noktada çatışma tehlikesini düşününüz.Devleti yönetenlerin sertleşerek kelimeleriyle şimşek çaktırmak yerine, tabana, hoşgörüyü, birlikte yaşama ve birbirine saygı kültürünü yaymaları gerekir.Türkiye'nin asıl ihtiyacı olan Meksika dalgası budur.Başbakan R. T. Erdoğan'dan başlamalıdır. Prof. Şerif Mardin'in "mahalle baskısı" uyarısına bir örnek de benden... Cuma gece yarısını geçmişti. Cumartesinin ilk saatleriydi... Samsun Vapuru'nun salonunda canlı müzik kesildi. Grup YOL'un solisti Zeki Açabey, gür sesiyle mikrofondan bir anons yaptı:"Şu anda Çanakkale Anıtı'nın önünden geçiyoruz..." Pencerelere koştuk. Işıklandırılmış Çanakkale Anıtı muhteşemdi.Atatürk'ün ve şehitlerin, gazilerin bu ülke için büyük onur olan zaferini, her hücremizde hissediyorduk. Sonra...Gözleri buğulandıran "Bir Başkadır Benim Memleketim"e geçti müzik grubu...Bütün salon ayaktaydı. Hep bir ağızdan söylüyorduk."Havasına, suyuna, taşına toprağına, bin can feda ....."Duygu yüklü dakikalardı.Samsun Vapuru'nun, suları köpürterek süzüldüğü Çanakkale Boğazı'ndan bu toprakları işgale kalkışanların batan gemilerini ve tırsıp geriye dönüşlerini düşündüm.Atatürk'ün, Kurtuluş Savaşı'nda hiç sarsılmayan zafer inancı için psikolojik temel, Çanakkale'de atılmış olmalı."Orada yendik, Anadolu'da da yeneriz."Anıta, gözlerimle okşayarak baktım.Gazetem Milliyet'le bir kez daha gurur duydum.Aradan yıllar geçti.Unutmuş olanlara hatırlatayım...Yeni nesiller ise öğrensin...Tüm ulusu heyecanlandıran bir kampanya ile Çanakkale Anıtı'nı fikri, mimarisi, finansmanıyla Türkiye'ye kazandıran Milliyet gazetesidir.Samsun Gemisi'ndeki bu yolculuğa gelince...Milliyet'in, geniş anlamıyla iletişim ve reklam sektörünün genç kadroları için düzenlediği bir hafta sonu gezisindeydik. Denizden, İstanbul-Çeşme-İstanbul...Milliyet yazarlarıyla tanışmak, yazı işleri toplantısını izlemek, hep birlikte yemek, müzik ve dans... Keyifli bir program düzenlenmişti.Gençlerden çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim.Kurumsallaşma, sadece satış grafikleri, gelir ve gider hesapları değil.Milliyet, yarım yüzyılı geride bırakmış bir çınar.Onun gölgesinde hiç kimse yalnız değil. gunericivaoglu@milliyet.com.tr GECE... ÇANAKKALE SULARINDA