NEW York’ta bir doktor odası... Mustafa Sandal muayene için sıra beklemekte. İçeri Woody Allen girmez mi?
Mustafa şaşırıyor.
Oysa Amerika’da tüm sanatçıların zorunlu olduğu bir muayene bu.
Sinema ya da herhangi bir gösteri etkinliğinde yer alacak sanatçı mutlaka belediyenin “doktor kontrolünden” geçmek zorunda.
NEDEN BEŞ MİNARE
Mahsun Kırmızıgül “Bitlis’te Beş Minare” şarkısından esinlenmiş.
Film de zaten Bitlis’te final yapıyor.
ŞEFFAF ODA’nın Mustafa Sandal’ın yanı sıra bir konuğu da Yonca Lodi’ydi.
Yonca “opera eğitimi” almış.
Fakat pop ve Türk müziğinin de hakkını tam vererek söylüyor.
“Bitlis’te Beş Minare”yi öylesine yerel harmanla seslendirdi ki, inanılmaz.
Mustafa Sandal “bu şarkıyı Yonca’dan dinlemiş olsaydı Mahsun filmin bitiminde jenerik akarken mutlaka kullanırdı” dedi.
Ve ekledi:
“Yonca söylerken martılar bile durdu...”
CD’DEN ALKIŞLAR DİNLERİM
New York’ta Beş Minare’nin “İstanbul Emniyet Müdürü” rolünde Zafer Ergin gene başarılı.
Arka Sokaklar dizisinde emniyet amiri, bu filmde ise müdürlüğe terfi etti.
Ankara Dil ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü bitiren Zafer Ergin, Haluk Bilginer ile birlikte “işte ustalar” dedirtiyor. Hele “nezarethanede karşılaşma sahnesi...”
Zafer için öncelik elbette tiyatro. Ama...
“Dizilerden zaman bulamadığını, uzun süredir üzerinde çalıştığı bir senaryo olduğunu, mutlaka oynayacağını” söylüyor. Peki “ya yönetmenlik?”
İlginç bir cevabı var:
“Yönetmen birkaç ay çalışır. Oyunu sahneye koyar.
Oysa ben hep oynamak istiyorum.
Oynamadığım zamanlar alkışı özlüyorum.
Çalışma odamda alkış efekti olan CD’leri dinlediğim ve böylece özlem giderdiğim olmuştur.”
ŞEFFAF ODA’da Yonca Lodi’nin şarkıları ile New York’ta Beş Minare’den kamera arkasını yansıtan hoş bir söyleşi var.
ÇAĞAN REDD’İ DİNLEDİ, FİLMİNİ YAPTI
GENELDE filmin konusu düşünülür, senaryosu yazılır, çekilir... Müziği ona göre kurguya girer.
Çağan Irmak’ın son filmi “PRENSESİN UYKUSU” bu sırayı bozdu.
İZ’İ İZLEYİN
Öyle dandik renkli film geçirilmiş karton gözlük falan değil.
3D teknolojisi ile yayını özel yapım gözlüklerle izlemek çok farklı.
Türkiye’den 3 coğrafyanın görüntüleri bir belgeselde...
İstanbul, Kapadokya ve Kaş...
Su altında Kaş kıyıları bir balık ve batık cenneti. Maldiv’ler gibi...
Gözlüğü takınca, ekrandaki “yüzen köpekbalığının kuyruğu” yüzüme değecekmiş gibiydi.
Kapadokya’da seher vakti havalanan rengaren balonlar üstüme üstüme geliyordu.
İstanbul belgeselindeki Pelin Batu sanki şu sıralarda New York’ta değil de yanı başımdaydı. Telefondan, bilgisayara, televizyona değişimler öylesine hızlı ki yetişemiyoruz. Harika şeyler oluyor. Bizden sonraki kuşaklara imreniyorum. Kimbilir şimdi hayal bile edemeyeceğimiz neler görecek, neler yaşayacaklar.
Örneğin... İstanbul-New York uçak yolculuğunu 1 saate indirecek projeyi hayata geçirmek üzere çalışmaların ilerlediğini okudum.
Öğle yemeği için New York’ta randevu ver, akşamına eve dön...
Harika...