EKİM ayında çok sayıda Türk filmi vizyona girdi.
Biri dışında hiçbiri yüz binden fazla gişe yapamadı.
Ama PKK’ya karşı bir sınır karakolunda savaşan komandoların öyküsünü anlatan “NEFES” filmi, milyonu aştı, rekora gidiyor.
Neden?
Askeri hedef yapmayı “misyon” edinenler, derin bir nefes alarak “NEFES”i düşünmeli.
Her kurum gibi TSK bünyesinde de yanlış kişiler ve yanlışlıklar olabilir. Elbette eleştirilecektir. Fakat kurumun itibarını yıpratmadan...
Makas değiştirmek
GÜNDEMDEN düşürülen “ıslak imza” amacına ulaştı.
“Habur kapısında mobil yargı, PKK giysileriyle, DTP otobüsü üstünde zafer işaretleriyle süslenen gösteriler, APO pankartları, ‘Biji Apo’ sloganları, 10 binlerin refakat ettiği konvoy” artık tartışılmıyor.
Şimdi komutanlar sorgulanmakta.
Peki...
Bu, gündeme makas değiştirme operasyonunun siyaset bilançosu nedir?
A&G Araştırma Şirketi’nin Başkanı Adil Gür’e göre AKP’nin puan kaybı büyüktü.
Net bir rakam alamadım ama izlenimim yüzde otuz dolaylarında düşmüş olabileceği yolunda.
Halk desteğindeki bu fay kırılması, “ıslak imza” süreciyle birlikte onarıldığı yorumu yapılabilir mi?
Kamuoyunun nabzını yıllardır tutan araştırmaların cevabı “olumsuz...”
Toplumda en yüksek güven oranı hâlâ askere... Daha önceleri yüzde doksan olan destek oranı, bir süredir yüzde seksene gerilemiş olsa bile hâlâ açık ara birinci.
Türk milleti askeriyeye “peygamber ocağı” olarak bakıyor.
Yani “ıslak imza” AKP’nin kaybettiği oyları geri getirmez ...
Fakat, “Habur ve sonrası görüntüleriyle” başlayan oy kanamasını durdurmuş olabilir.
AKP için gene de kazanç.
Bedeli var
ÖTE yandan kamuoyu araştırmaları ve siyasi tahlillerde güvenilir isim Tarhan Erdem’in, önemli bulduğum görüşünü yansıtmakta fayda var:
Konjonktürel dalgalanmalarla kamuoyu yoklamalarının saptadığı, ani ve büyük destek yükselmeleri ya da kayıtları kısa süreli olabiliyor. Bir süre sonra duygusal şişkinlikler ya da kırılmalar törpüleniyor. Normallere yakın değerlerde istikrar kazanıyor.
Tarhan Erdem’in bu tespiti Türkiye’nin ötesinde küresel ölçekli bir gerçek.
Ama...
Bir defaya mahsus etkenler için...
Buna karşılık etkenler birbirini izleyen süreklilik gösterirse “geri dönüşümlü esnek” değil, kalıcı ve katı fay kırıkları oluşur.
Kürt açılımının böyle bir “bedel” riski var.
Deneyimli kamuoyu araştırmacılarına göre, Türkiye’de bir siyasi partiye destek için birinci etken “ekonomi.”
AKP ekonomik kriz yönetiminde başarılı olamadı. Oylarındaki düşüşün temel nedeni buydu.
Türkiye’nin ikinci gerçeği ise PKK konusunda olağanüstü duyarlıktır.
Abdullah Öcalan’ın yakalanması ve Türkiye’ye getirilmesi Ecevit’e öyle bir prim yaptırmıştı ki, ilk seçimde DSP birinci parti olmuştu.
PKK’lıların Habur girişine sanal kırmızı halı döşemenin de bedeli bunun tam tersinin olabileceğine karinedir.
Olay “tekil” görünse bile “süreklilik” gösterdiği için oyları büyük oranda etkilemiştir.
ŞİMON PERES VE AÇILIM
ŞİMON Peres Başbakan olduğu dönemde, İsrail’de enflasyon kudurmuştu. Yüzde 5 bini aşmıştı.
Oy kaygısı nedeniyle acı ilacı hiçbir hükümet içiremiyordu.
Şimon Peres, “ne pahasına olursa olsun enflasyonu tek haneli rakama indirmeye” karar verdi. Ciddi bir hazırlık ve yol haritasıyla bu kararı uygulamaya koydu.
Nelerle karşılaştığını kendisinden dinlemiştim. Topluma ve ekonomiye öylesine dar bir deli gömleği giydirmişti ki, etrafında kendisini destekleyen kimsecikler kalmamıştı. Ona herkes ateş püskürüyordu.
Hükümetteki ortağı olan partide homurdanmalar yankılanıyordu.
Hatta “eşinin bile sonunda onu eleştirmeye başlamış olduğunu” söylemişti.
Yoluna yapayalnız devam etti.
Darbeler aldı. Çok acı çekti. Zaman zaman oylarının siyaset borsasında tahta kapattıracak kadar tabana vurduğunu gördü. Yolundan dönmedi.
Sonunda hedefine ulaştı. Enflasyonu yüzde 10’un altına indirdi.
İsrail’in siyaset gurusu oldu. Günü kurtaran “siyasetçi değil” yarınların sorumluluk bilincine sahip “devlet adamı” olmak böyle bir şey.
Bu sürece, sadece gözü kara cesaret, sağduyu ve bilgelikle çizilmiş bir plan refakat ediyordu.
“Ne olursa olsun bu yoldan dönüş yok” derken inandırıcıydı. Ardından “Gerekirse sil baştan yaparız” söylemiyle “U” dönüşünün gelmeyeceği inancını veriyordu.
Kanın durması için Kürt açılımı doğru karardır, zamanlaması gerçekçidir ama bu sürecin iyi yönetildiği söylenemez.
İyi yönetilseydi, Başbakan Erdoğan Avrupa’dan gelecek PKK’lılar için frene basıp “Gerekirse sil baştan yaparız” der miydi?