Uyum paketinin netameli konularından biri olan Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesini, dönemin Başbakanı Turgut Özal yazmıştır.
Ama kendi yazdığı maddeyi, sonraları kendisi de beğenmemiştir. Anlatayım...
Abdullah Öcalan ile Bekaa Vadisi'ndeki PKK kampında bir söyleşi yapmıştım.
5 gün sürecek bir izlenimler ve söyleşi dizisi olmuştu.
Sonra o sırada çok yeni olan Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesi merceğinden bakarak yazı dizisini inceledim.
Maddedeki "propaganda" sözcüğü çok esnekti.
Dizideki pek çok satır, savcı gözüyle "propaganda" sayılabilirdi.
Hocam ve dostum ceza hukuku profesörü Uğur Alacakaptan, yazıları tırpanladı.
Ben de epeyce satır attım.
Dizi kuşa dönmüş haliyle yayımlandı.
Osaka'da toplanacak IPI kongresine gidiyordum.
Singapur'da uçak değiştirmek üzere indiğimde, "Sayın Özal sizi aradı" mesajını aldım... "Hayırdır" deyip geri aradım...
Telefonda Özal, Öcalan ile söyleşim hakkında birkaç şey sordu.
Cevabını dinledikten sonra "Bunları niye yazmadın?" diye sorguladı.
"Kopukluklar hissettim. Sanki bazı şeyleri yazmak istememişsin" dedi.
"Evet tam dediğiniz gibi" cevabını verdim. Şöyle açıkladım:
"Terörle mücadele yasasının 8. maddesi nedeniyle her satır suç kapsamına girebilir. Gazetecilik yapacak alan bırakılmamış. Öcalan'ın çoğu kelimesi maddede yer alan propaganda kapsamında görünebilirdi. Onları budadık. Böyle kanun maddesi olur mu?"
Özal "o kanun maddesini aldım kalemi elime, ben yazdım" dedi. "Propaganda kelimesi, methiye manasındadır. Methetmeyi yasaklıyor. Haberi değil."
Cevap vermiştim:
"O zaman 'övgü yasaktır' diye yazsaydınız.
Propaganda çok geniş bir kavram. Adamın ve örgütünün adlarının yayımlanması bile, geniş yorumla neredeyse propagandaya girer.
Seçimlerde, adayların adları, fotoğrafları, özgeçmişleri basılmış kağıtların dağıtılması propaganda değil mi?"
Merhum gülmüştü. "Haklısın. Yanlış anlaşılabilir. O kelimeyi değiştirmeliyiz" demişti.
Yani hoca Nasrettin'in kar helvası gibi, yapanın da beğenmediği bir madde.
Kalkması doğru olacaktır.
Sadece AB istediği için değil, yasanın kötü yazılmış olması, amacından sapmış bulunması gibi gerekçeler zaten vardı.
Artık işlevini de çok aşındırdı.
Türkiye, bütünlüğünü çok daha akılcı, gerçekçi ve demokratik düzenlemelerle koruyabilir.
Demokrasilerin ve devletin varlığını sürdürmek için meşru savunma hakları vardır. Bunu özenle ve ödünsüz yapmalıdır.
Ama böyle değil.
Tek parti döneminden yayınlara sansür anısını yansıtayım.
Dönemin bakanı, yazılı talimatla, yabancı radyo yayınlarının sırlarımızdan içeri girmesine yasak(!) koymuştur.
Trajikomik...
Şimdi, Kürtçe özel radyo - TV yayınlarının yasak olması da böyle görülebilir.
İnternet varken, sınırların ötesinde Kürtçe TV ve radyo yayınları yapılırken içerideki bu yayın yasağı pratik değerden yoksun.
Denetlemek olanağı yokmuş.
Var.
Hepsinin her yayını dakikası dakikasına izlenemez ama zaten bu yapılırsa, hapishanede, gardiyan gözetiminde mahkum görüşmelerine benzer.
Denetim ve dinleme "tesadüfi - serpme" yöntemiyle yapılabilir.
Rusya'da Duma seçimlerine çeşitli ülkelerden gözlemciler davet edilmişti. Aralarında ben de vardım.
Moskova'da birkaç oy kullanma yerine gittik.
Seçmenle, sandık görevlileriyle konuştuk. Oy verenleri, sandık açılışını, oy sayımını, kaydını izledik.
Kimse bizden rahatsız olmadı.
Türkiye seçimlerinde AB'den gözlemciler de yadırganmasın.
.........
Paket, haziran sonlarındaki Selanik zirvesine kadar yasalaşırsa... Türkiye, ekim ayında yazılacak ilerleme raporu öncesi, uygulamaları da gerçekleştirmek şansını bulur. Önemli mesafe kazanılır.