Anayasa değişikliğinin henüz gündemde bile olmadığı günlerde arkadaşlarımla bir lokantadaydık.
O genç kız masamıza geldi.
Konuşmak istediğini söyledi.
Elleri titriyordu, gözleri ıslanmıştı.
Dinledik...
“Hukuk mezunu” olduğunu söyledi.
Yargıç olmak için sınava girmiş.
Yazılıyı kazanmış.
“Mülakatta” takılmış.
Oysa başarılıymış.
“Aidiyetim olmadığı için geri çevrildim” dedi.
“Hangi aidiyet” diye sordum.
“Tahmin edersiniz” cevabını verdi.
“2010 Türkiye’sinde bunlar nasıl olabiliyor” diye sordum.
Bu soruyu gözlerinden yanaklarına yaşlar süzülürken birkaç kez daha tekrarladı.
“Adını ve sınavla ilgili diğer kayıtlarını yazıp vermesini” istedim.
Dediğimi yaptı ama kaygılıydı. Sorguluyordu:
“Bu kaçıncı derdimi anlatışım, siz de mi şu kapıdan çıktıktan sonra benim için beyninizin -sil- düğmesine basacaksınız?”
Beynimin “sil” düğmesine basmadım ama ne yazık ki genç kızın adının yazılı olduğu kâğıt parçasını ceketimin cebine koymuştum ve o ceketi de evdekiler temizlemeciye göndermişlerdi.
Kâğıdı bir daha bulamadım.
O genç kıza karşı mahcubum ve Adalet Bakanlığı’na bir yazı borçluyum.
Kim bilir hukuk mezunu kaç genç kız ve delikanlı “makbul aidiyeti” olmadığı için “yargıç sınavları mülakat aşamasında” geri çevrildiler gibi bir kuşku yumağının içindeyim.
Özellikle anayasa değişikliğinden sonra yapılan “HSYK seçimleri” ekseninde ortaya saçılan iddialar bu kuşkularımın altını çiziyor.
“Kendi atadıkları yargıç ve savcılara kendi aday listesindekileri seçtirdiler” vurgusu yapılan suçlamalar soru işaretini büyütmekte.
ANAYASA KESMİYORSA HZ. ÖMERHSYK seçimleri çok partili çağdaş, demokratik, insan haklarına dayalı hukuk devletinde “iç kalenin” de düştüğü kuşkularını üretmekte.
İktidara karşıt olanlar ya da YARSAV’ı “onlar taraflı” diyerek iddialarını hafife alanlar “vahim” yanlış yapıyorlar.
Görmeliler ki “kendilerinden” saydıkları ve “doğal müttefikleri” olarak algıladıkları bile HSYK seçimlerinden kaygılarını dile getiriyorlar.
İşte Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı bakın ne diyor:
“Adalet Bakanlığı kendi bürokratlarının da içinde olduğu listeyi seçtirmek için 2 bin kişiyle sahada çalışma yürüttü...”
Adalet Bakanlığı liste yapamaz.
Yaparsa bu “Anayasa’nın temel ilkelerine aykırı olur. Yürütmenin, yargı üzerine düşen gölgesinin kanıtını oluşturur.”
Hele “liste yapmakla” da yetinmeyerek, 2 bin kişinin bu listeyi seçtirmek için sahada çalışma yürütmesi özgür ve tarafsız yargının infazı anlamına gelir.
Keşke bu iddialar doğruyu yansıtmasa...
Ancak...
RADİKAL’den Murat Yetkin daha seçimlerden önce bakanlık listesinde olduklarını belirttiği “ABİ” şifresini gündeme taşımıştı.
“A,B,İ” pazar günü sandıklardan HSYK üyesi olarak çıkacak Adalet Bakanlığı 3 yüksek bürokratının isimlerinin baş harfleri idi.
Seçildiler...
Murat Yetkin dün de RADİKAL’de “ABİ”lerin HSYK’da hangi dairelerin başına getirileceklerini yazdı.
“Ateşin varlığını işaretleyen duman mı?”
Hatırlamakta yarar var:
“Adalet Mülkün Temelidir...”
Devletin temelinde “derin kırılma” kaygılarını AKP iktidarı gidermelidir. Laik demokratik çağdaş anayasa kesmiyorsa Hz. Ömer referanstır.
HAŞİM KILIÇ İÇİN GÜVENCE Ahmet Necdet Sezer’in seçilmesi arifesindeydik.
“Sezer’in yerine Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi Başkanı olacağı” konuşuluyordu.
Zamanın ruhu bunu kabullenmeye hazır değildi.
O zaman yazmakta olduğum gazetenin üst yönetimiyle Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın odasındaydık.
Bu olasılığın dile getirildiğini, kaygıların vurgulandığını hatırlıyorum.
Sezer’in Cumhurbaşkanlığı için kamuoyunun desteği o kaygılarla sallantıya girmişti.
Hüsamettin Özkan yatıştırma çabasındaydı.
“Sayın Sezer güvence verdi. Kendisinden sonra Haşim Kılıç kesinlikle Anayasa Mahkemesi Başkanı olmayacak. Buna emin olun” diyordu.
Odaya bir ara dönemin Başbakanı Bülent Ecevit de girdi.
3-5 dakika konuştuk, gitti.
Özkan, Ecevit’e “parmağı kadar” yakındı.
Verdiği güvence Ecevit’in güvencesi gibi algılanmalıydı.
Özkan’ın “ikna odasından” rahatlamış olarak çıkıldı.
Gerçekten Sezer’in Çankaya’ya çıkmasıyla boşalan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na Haşim Kılıç geçmedi.
Birkaç yıl beklemek zorunda kaldı.
Kılıç’ın “statükonun kibirli beyleri” söyleminin arkasında, kendisine yıllar boyu yakılan kırmızı ışıkların “travması” olmalı.
Hukuk kökenli bir hukuk adamı olmadığı için onun tavır dili de hukuk nasipli olmuyor.