Cumhur-başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Al Jazeera” televizyonu röportajında “Darbeyi eniştemden öğrendim” söylemi ulusça yaşadığımız dramın en veciz anlatımıdır.
NATO’nun en büyük 2’nci Silahlı Kuvvetlerine sahip, AB’ye tam üyelik eşiğinde, yerkürenin 20 önde gelen ekonomileri arasında 17. sırada olan, 93 yıllık köklü devlet Türkiye’nin Cumhurbaşkanı’na kökleri 100 yıla dayanan istihbarat örgütleri değil de kız kardeşinin eşi “darbe kalkışımı var” haberini veriyor.
“Şaka gibi...”
Bu yorumu bir yabancıdan dinledim, üzüldüm.
Gerçi MİT Başkanı Hakan Fidan’ın açıklamalarından öğreniyoruz ki... “Fidan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koruma müdürüyle telefonda konuşmuş. Karadan, havadan, denizden güvenlik önlemlerini sormuş. Henüz kalkışımı teyit edemediği için uyarıda bulunarak Erdoğan ve ailesinin tatil günlerini bozmak istememiş...”
Genelkurmay Başkanı da bir darbe kalkışımı olduğu yolundaki bildirimler üzerine Kara Kuvvetleri Komutanı’nı kritik askeri birimlere göndermiş. Komutan gittiği birliklerde olağan dışı bir durum görmemiş, dönüşünde Genelkurmay Başkanı’na darbe ihbarlarını teyit edecek bir gözleminin olmadığını söylemiş.
Genelkurmay Başkanı Org. Akar’ın Anayasa’ya göre “Başkomutan” Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bilgi vermemesinin nedeni de buymuş.
Diğer üst düzey siyasi ve istihbari birimlerin başlarındaki kişilerin de benzer izahları var.
Ama...
Bunları anlatmaya çalışsam bile Batılı kafaların kabul etmeleri mümkün olmayan izahlar bunlar.
Son tahlilde trajik durum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Al Jazeera’ya söyleminde...
Bütün dünya “koskoca Türkiye’nin Cumhur-başkanı’nın darbe kalkışımını hiçbir devlet ve istihbarat görevi olmayan eniştesinden öğrendiğini” düşünüyor/konuşuyor.
......................
Konuyu bir başka boyuta taşıdım.
“Cumhur-başkanı Erdoğan’ın CNN Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın telefonuna sadece 2-3 dakika konuşmakla milyonlarca yurttaşı sokaklara, meydanlara, havalimanlarına sel suları gibi akıttığını” söyledim.
Hem de “sadece kurucusu olduğu iktidar partisinin seçmenlerini/sempatizanlarını değil, parlamentoda temsil edilen bütün partilerin seçmenlerini/sempatizanlarını hareketlendirdiğine, tüm Türkiye insanlarını darbecilere karşı demokrasiyi savunmak için omuz omuza getirdiğine” işaret ettim.
“Dünyada böyle bir örnek yok” dedim.
Sadece -nispeten- benzer bir olay olmuştu.
İspanya parlamentosunu basarak parlamenterleri tutsak alan bir albayın ve beraberindeki askerlerin, tankların üzerine İspanyol halkı da nehir gibi akmış, darbeyi önlemişti.
Onları da demokrasi için parlamentoya akıtan bir siyaset lideri değil “El Pais” adlı gazetenin “Darbeye hayır” manşetiyle yaptığı ve halka elden dağıttığı “yıldırım baskıydı.”
Bir de Rusya parlamentosunu basan Rus darbeci generallerine karşı halkın direnişini hatırlayın.
Fakat...
Devlet Başkanı Gorbaçov değil, sonra da Rusya’nın başına geçecek olan Jivkov darbecilerin tankının üzerine çıkmıştı.
Gorbaçov bu en kritik saatlerde ortalıktan “toz olmuştu.”
Bunları hatırlattım.
“Darbeyi eniştesinden öğrenen başkan” imajına takılıp kalmanın yanlışlığını şöyle ortaya koydum:
“Telefondan 30-40 saniyelik bir görüntülü çağrıyla milyonları sokağa döken ve darbecileri insan selinde boğan Cumhurbaşkanı gerçeğinin görülmesi gerekir” dedim.
Siyasi görüşlerimiz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bakışlarımız hepimiz için farklı olabilir.
Ama...
Türkiye, üzerine özenle titrediğimiz “ortak ve kutsal” değerimizdir.