Güneri CİVAOĞLU
Bazı isimler vardır ki... Kriz dönemlerinde
çözüm formülü ya da
çekim alanı gibidirler.
Bütün karşıt görüşler o isimlerin üzerinde uzlaşır. Yakın tarihimizden örnekler vereyim:
Senato Başkanlığı için
Kazım Orbay böyle bir isimdi. Siyaset söylemine
"Sayın" deyimini isimlerin önüne koyarak kullanma geleneği onunla başlamıştır.
Suat Hayri Ürgüplü de üzerinde uzlaşılan ve karşıt görüşlerin birleştiği çekim alanını oluşturan bir isimdi.
1964 yılında
Süleyman Demirel henüz milletvekili değildi. Ama
Adalet Partisi Genel Başkanı seçilmişti.
İsmet İnönü hükümetini düşürmüştü. Yeni kurulacak, çok parçalı hükümete bir başbakan aranıyordu.
Demirel de onun yardımcısı olmayı içine sindirebilmeliydi.
Suat Hayri Ürgüplü, üzerinde birleşildi.
12 Mart 1971 muhtırasından sonra kurulan hükümete öyle bir başbakan gerekiyordu ki... Hem orduyu kışlasından büsbütün çıkarmasın, hem de
Meclis'i açık tutabilsin. Liderleri ve büyük partileri kapanmaktan korusun.
Nihat Erim öyle bir isimdi.
Nitekim...
Askerlerin
"bitti" gözüyle baktıkları
Süleyman Demirel'in ayağına
40 kere bile gidebileceğini söylemiş, yer yerinden oynamıştı.
Çünkü...
Amacı liderlere dokunulmazlık kazandırmaktı.
Kendisi böyle konuşursa, komutanların da ölçülü olacaklarına inanıyordu.
Başka isimler de sıralayabilirim.
Bunların herbirinin özellikleri, misyonları, demokrasi içindeki konumları farklıdır.
Ancak...
Özellikleri, bütün karşıt görüşleri kendi üzerlerinde toplayan ortak payda oluşlarıdır.
Yukarıda saydığım
merkez ve
sağ isimlerinin sahip oldukları özellikleri,
solda Hikmet Çetin taşır.
Ecevit'in
Başbakan olduğu dönemde,
ikinci adamlık aslanın ağzındaydı.
DPT'den gelmiş, politikanın kurtlar sofrasında boğuşmamış olan
Hikmet Çetin, henüz
30'lu son yaşlarında Başbakan Yardımcısı'ydı.
Cadı kazanı gibi kaynayan o zamanki
CHP'de, bütün hizipler onu kabullenmişlerdi.
Ama,
Hikmet Çetin, mavi boncuk dağıtan ve herkesi sevindirmek üzere popülist politikalar uygulayan bir eyyamcı değildi.
Doğru bildiği yoldan yürüyordu.
Ancak kesin kelimelerine ve tavır koyuşlarına bir
Anadolu bilgesinin üslup zerafetini sarardı. Kişiliğine de örnek vereyim:
Bülent Ecevit, Başbakandı... Bir grup gazeteci
Sovyetler Birliği gezisinde izliyorduk.
Kremlin Meydanı'nda bir ara
Çetin ile baş başa kaldık.
Ecevit'in açıkladığı
"Petek Anlaşma" bağlamında konuşuyordu.
"Petek Anlaşma"nın anlamı, içinin sonradan doldurulacağı bir ilkeler birliğiydi.
Buna göre; az önce iki ülkenin
Başbakanları "Sovyetler Birliği'nin, Türkiye'ye petrol vermesi için" anlaşmışlardı.
Fakat...
Türkiye'nin
70 sent'e muhtaç olduğu ve işadamlarına
"kendin pişir, kendin ye" dercesine,
"kendin dövizini bul da nasıl bulursan bul" yolunun açıldığı yıllardı.
Türkiye, petrol karşılığı para ödeyemeyeceği için mal vermeliydi.
Ama ne?
Moskova'nın tercihi
"petrole karşılık buğday vermemizdi."
Hikmet Çetin düşünceliydi... Çünkü buğday stokumuz erimişti. Üstelik biz, Sovyetler'in istediği tür sert buğday üretemiyorduk.
"Bu anlaşma rafta kalacak. Boşuna ayranlar kabartılıyor" diyordu.
Gerçekten benim
Genel Yayın Yönetmeni olduğum gazete hariç, diğer birçok gazetede ertesi sabah manşetlerde
"Sovyetler'den buğday karşılığı petrol alıyoruz" müjdesi yer almıştı. Ve elbette hiçbir zaman o buğdayı veremedik... Petrolü alamadık.
Çetin de o yapay bayram havasının içinde figüran olmadı.
SHP ile
CHP'nin birleşme sürecinde
Baykal ve
Karayalçın'ın ortak başkan adayları
Hikmet Çetin'di. Onun ismi üzerinde anlaşmışlardı.
CHP'de birleşme süreci
Genel Başkan Çetin'in uzlaşmacı kişiliğinin etrafında gerçekleşti.
7 ay kadar süren
Genel Başkanlık döneminden sonra
Genel Başkanlık için
Baykal ve
Karayalçın karşı karşıya geldiler. Ama artık maya tutmuştu.
Hangisi seçilse parti dağılmazdı.
Çetin, solun birleşme sürecine önemli bir katkıda bulunmuştu.
Üçe bölünmüş sol, hiç değilse iki partiye indirgenmişti.
Çetin'in
Başbakan Yardımcılığı'nın yanı sıra başarılı bir de
Dışişleri Bakanlığı dönemi var.
Dışişleri'nin burunlarından kıl aldırmayan bazı diplomatlar bile onu benimsemişlerdir.
Her insan gibi,
Çetin'in kusurları da olabilir.
Eksilerini ya da bilemediğimiz artılarını bize zaman gösterecek.
Çetin şimdi
Türkiye protokolünün iki numarasında.
Gereğinde
Cumhurbaşkanı seyahate çıktığında onu temsil edecek.
Ayrıca...
Tankların daha birkaç ay önce rodaj ayarı yaptığı bir ülkede demokrasi mabedi olan
TBMM'nin fotoğrafındaki yıpranmaları, aşınmaları onarmak da onun görevi.
Meclis'in, başta dokunulmazlığın adalet, kamu vicdanı ve çağdaş hukuk düzenine göre yeniden düzenlenmesi misyonu olmak üzere, çok önemli görevleri var.
Seçilmişlerin itibar şantiyesi bu demokrasi mabedinde oluşacak.
Sadece üzerinde uzlaşılan isim olmak değil, demokrasiyi alacakaranlıktan, tünelin ucundaki ışığa doğru taşımak
Çetin'in misyonu... Ondan bu performans da bekleniyor.
TBMM gelenekleri
Meclis Başkanı'nın en büyük partiden seçilmesiydi.
ANAVATAN'ın bunu yapamaması, iktidar ortakları ve iktidarı dışarıdan destekleyen
CHP arasında yeterli ve güvenli bir diyaloğun olmadığını gösteriyor.
Bu seçim,
iktidar blokunda bir çatlak olduğunu ortaya koymuştur.
RP ve
DYP, bundan böyle o çatlağı başka vesilelerle kanırtarak genişletmeye, aralığı açmaya çalışacaklardır.
Daha önce
ANAVATAN - DYP iktidarını böyle bozmuşlardı.
O nedenle
Yılmaz'ın veya beraber hareket ettiği ortaklarının ve liderlerin dikkatli olmaları gerekir.
CHP, bir strateji ve taktik zaferi kazanmıştır.
Ancak böyle bireysel oyunlar başka bağlamlarda sürerse,
"RP'nin değirmenlerine su taşıma" riski büyür.
Çetin'i kutluyoruz.
Kalemli'nin de kubbede bir hoş seda bıraktığını teslim etmeliyiz.
Yazara EmailG.Civaoglu@milliyet.com.tr